Canşui Mücevher Tasarım Atölyesi’ni oluşturan mücevher tasarımcısı Cansu Türkdoğan, iki yıl önce Gemoloji ve Mücevher Tasarımı Bölümü’nü bitirdikten hemen sonra kendi minik atölyesini kurdu ve iki yılın ardından 24 Temmuz tarihinde ömrü boyunca aklında ve kalbinde Bodrum’a dair biriktirdiklerini ilk kişisel sergisini Bodrum ve takı severlere bir açılışla süsleyerek sundu…
Bodrum Kalesi içerisindeki Dösim Kafe’de gerçekleşen sergi açılışına tasarımcı Cansu Türkdoğan’ın yakınları, Bodrum’un tanınmış simaları katıldı. Yoğun katılımlı gerçekleşen sergide Cansu Türkdoğan’ın tüm takıları büyük ilgi, beğeni topladı ve daha açılış gününden bir çok parçası alıcı buldu. Serginin ana teması “Bodrum Takıntıları” ve Bodrum kokan, Bodrum’u yaşatan takılar Bodrum Kalesi’nin eşsiz atmosferinde daha bir anlam ve değer kazandı. Genç tasarımcı ilk kişisel sergisini açmış olmanın gurur ve heyecanını yaşarken, aldığı övgülerle mutluluğuna mutluluk kattı. Sanat hayatına belki de ilk büyük adımını atan Cansu Türkdoğan yaptığı özenli ve farklı tarzda takı ve mücevherlerle açılış günü, takı/mücevher tasarımcıları arasında ilerde iyi bir yer edinebileceğinin de sinyallerini verdi. Sergi sadece Canşui Takı Tasarım Atölyesi’nin ürettiği takılardan oluşmuyor, diğer takı sergilerinden farklı olarak bir de fotoğraf sergisi keyfini yaşama şansınız var. Tasarımcı Cansu Türkdoğan, oluşturduğu koleksiyonları çocukluğundan beri tanıdığı arkadaşlarının mankenliğinde, bizzat kendisi tarafından çekilen fotoğrafları Bodrum Evi şeklinde düzenlenmiş bir panoda sergileyerek, sergiye görsel olarak farklı bir tat da katmış.
Canşui yani Cansu Türkdoğan hem mücevher tasarımı işine nasıl başladığını hem de ilk kişisel sergisinin ana teması olan “Bodrum TAKIntıları” fikrinin nereden doğdunu şu satırlarla anlatıyor;
” Küçük prensin sözünü dinledim hep. “Güneş doğarken ve batarken sakın o manzarayı kaçırma otur ve her gün usanmadan o anı izle; çünkü güneş her gün başka doğar, başka batar…." Hele Bodrum’da!....
Ve mucizelere hep inandım ben. Gün batarken dilediklerim, doğan güneşle mutlu ettiler beni çoğu zaman…
Sorarlar ya sanatçılara…
Nelerden ilham alıyorsunuz?
Bodrum’da mutlu bir aileyle, güzel dostluklarla büyüyüp. Doğayla iç içe olunca…. Yılların biriktirdiği ve beni gerçekten etkileyen görüntüler, “ses”ler, olaylar benim takılarımda şekilleniyorlar. Daha beynimin köşesinde sıkışmış, orada kıvama gelmeyi bekleyen çok tasarım var. Zamanı geldiğinde onları bir bir sizlere sunacağım. Bu daha başlangıç !!! …”
Canşui Mücevher Tasarım Atölyesi’nin“Bodrum TAKIntıları Sergisi„ 25 Temmuz-7 Ağustos tarihleri arasında Bodrum Kalesi içerisindeki Dösim Kafe’de, 10:00-19:00 saatleri arasında ziyaretçilere açık olacak. Henüz görmemiş olanları biran önce bu sergiyi ziyaret etmeye davet ediyoruz…. Sergiyi gezin, sizin de “Bodrum TAKIntınız olsun !”
27 Temmuz 2009 Pazartesi
26 Temmuz 2009 Pazar
0
Dolce & Gabbana
Haifa wore this silver sequined strapless gown for her recent concert. This dress, designed by Dolce & Gabbana, is also seen here in a black color on singer Kylie Minogue at the Brit Awards this year.
20 Temmuz 2009 Pazartesi
0
Başkasının sevgilisini baştan çıkarmak "eğlence" olur mu?
Benim bir arkadaşım vardı. Ayla da çok iyi tanıyordu bu kızı. Kızın adına Gamze diyesim geldi şimdi. Şimdi böyle kız falan diyince çok genç bi çıtır aklınıza gelmesin. 30 yaşını geçmişti, gayet iyi hatırlıyorum hatta bi abuk sabuk doğum günü kutlamasına gitmiştik Ayla ile bunun. O gece birlikte kafa çekerken bi ara aklına geldi Ayla'nın, konu açıldı öylesine. Ama sonra epey bir mevzu oldu aramızda Gamze hanımcım. Neleri unutmuşum meğer!
Bu kızın reklam piyasasından olduğunu söyleyeyim önce. Çok fırlama bi tipti. Ve ne zaman samimi ne zaman rol kesiyor anlamak pek mümkün değildi. Ben bu hatunu severdim, onunla saçma sapan yerlerde dolanmak, cins cins bi ton insanla muhabbet kurmak falan hoşuma gidiyordu. Kızın hiçbir şeyden korkusu yok gibiydi. Ha ama zararsız delilere bulaşıp üzerimize saldırtması falan vardı, bir de mesela giderdi bu diyelim bi barda muhabbeti koymuşuz, bıraksan sabaha kadar sakin sakin mest olur içer konuşursun.. rahat batardı haspama. İlla bi takaza çıkaracak. Yanında sevgilisi olan adamlara ve hatta kadınlara kaş göz etmeye başlardı. Eğleniyormuş ona sorsan. Sordum tabii kaç kere. Hep aynı cevap: "Eğleniyorum lan"
Gamze'nin yaptığına bizim memlekette "kuyruk sallamak" deniyor di mi? Bunu bile bile ve göstere göstere sallardı o kuyruğu;) Ayla'yla aklımıza gelen ilk şey de bu oldu zaten. O gece öyle anlatıp anlatıp güldük ama Gamze'nin yanında bunları yaşarken pek gülecek halimiz yoktu. Bi kere özellikle kadınlar resmen çıldırıyordu. Bize mi denk geldi nedir bilemem, istisnasız bütün erkekler Gamze'nin tacizine bi şekil yavşıyordu. En efendi bile fırsat kolluyordu bi iletişim ne kursun diye. Gamze pek güzel taciz eder ama zerre taviz vermezdi hiçbirine. Onunki hakikaten bi bar eğlencesiydi. Bi kere kadının biri üstüne saldırdı, yüzünü resmen tırmaladı, bi kere de biz yokken bu yalnızken yapmış böyle bi şeyler, sırnaştığı adam almış sevgilisini çıkmış gitmiş, sonra bir zaman geçmiş, adam tek başına dönmüş mekana. Gamze zaten mevzuyu unutmuş silmiş kafadan. Adam gelmiş başlamış gayet yavşak buna yazmaya. Lan terslesen nolacak ki? Terslemiş siktir git falan demiş ama, laf dinleme sınırını kaç promil geçmiş herif, duyar mı seni? Bu eğlenme faslında yaşadığı en boktan vukuat bu olmuş. Sonradan bize anlatırken adama hak verdiğini falan söylemişti.
Bi keresinde bana "sevgili sevgili diye birbirinin ağzının içine düşenlerin aslında bi püf demeyle nasıl dağılacaklarını herkeslere göstertmek datmin ediyor beni" demişti. (Valla ekleme çıkarma yapmadım, aynen buydu dediği.) Yani bi bakıma haklıydı be yav haklıydı sanki. O mucuk mınış yalama aşkların bir kadının sadece "iması" ile nasıl yerle yeksan olduğunu görmek hoş olmuyor. Hani herkesin içinde vardır ya "lan acaba benim sevgilime karının biri sarksa nolur adam napar?" falan diye, işte Gamze kendine bu akıl kurdu soruların cevabını bulmayı misyon edinmişti. Ama kafası güzel olacak, keyfi yerinde olacak. Yav aslında hakkaten süper gösterilerdi hepsi;)
Ehe öhömm.. Gelelim mevzunun ana fikrine anacım. Buradaki en ana fikir, artık kimselerin zora gelememesi. Semt pazarı temalı aşklar yaşanıyor, ve adına da ciddi ciddi aşk deniyor lan.
Bak bu semt pazarı temalı aşklar şeysi fena diilmiş, bi ara dalayım bu mevzuya uzun uzun. Ha neye yarayacak bu falan diyosanız bak yazmışım en tepeye "gereksiz işlerden sorumlu" diye. Tek sorun, üşeniyorum bazen anasını satim. Yaz vire yaz, nereye kadar?
Bu kızın reklam piyasasından olduğunu söyleyeyim önce. Çok fırlama bi tipti. Ve ne zaman samimi ne zaman rol kesiyor anlamak pek mümkün değildi. Ben bu hatunu severdim, onunla saçma sapan yerlerde dolanmak, cins cins bi ton insanla muhabbet kurmak falan hoşuma gidiyordu. Kızın hiçbir şeyden korkusu yok gibiydi. Ha ama zararsız delilere bulaşıp üzerimize saldırtması falan vardı, bir de mesela giderdi bu diyelim bi barda muhabbeti koymuşuz, bıraksan sabaha kadar sakin sakin mest olur içer konuşursun.. rahat batardı haspama. İlla bi takaza çıkaracak. Yanında sevgilisi olan adamlara ve hatta kadınlara kaş göz etmeye başlardı. Eğleniyormuş ona sorsan. Sordum tabii kaç kere. Hep aynı cevap: "Eğleniyorum lan"
Gamze'nin yaptığına bizim memlekette "kuyruk sallamak" deniyor di mi? Bunu bile bile ve göstere göstere sallardı o kuyruğu;) Ayla'yla aklımıza gelen ilk şey de bu oldu zaten. O gece öyle anlatıp anlatıp güldük ama Gamze'nin yanında bunları yaşarken pek gülecek halimiz yoktu. Bi kere özellikle kadınlar resmen çıldırıyordu. Bize mi denk geldi nedir bilemem, istisnasız bütün erkekler Gamze'nin tacizine bi şekil yavşıyordu. En efendi bile fırsat kolluyordu bi iletişim ne kursun diye. Gamze pek güzel taciz eder ama zerre taviz vermezdi hiçbirine. Onunki hakikaten bi bar eğlencesiydi. Bi kere kadının biri üstüne saldırdı, yüzünü resmen tırmaladı, bi kere de biz yokken bu yalnızken yapmış böyle bi şeyler, sırnaştığı adam almış sevgilisini çıkmış gitmiş, sonra bir zaman geçmiş, adam tek başına dönmüş mekana. Gamze zaten mevzuyu unutmuş silmiş kafadan. Adam gelmiş başlamış gayet yavşak buna yazmaya. Lan terslesen nolacak ki? Terslemiş siktir git falan demiş ama, laf dinleme sınırını kaç promil geçmiş herif, duyar mı seni? Bu eğlenme faslında yaşadığı en boktan vukuat bu olmuş. Sonradan bize anlatırken adama hak verdiğini falan söylemişti.
Bi keresinde bana "sevgili sevgili diye birbirinin ağzının içine düşenlerin aslında bi püf demeyle nasıl dağılacaklarını herkeslere göstertmek datmin ediyor beni" demişti. (Valla ekleme çıkarma yapmadım, aynen buydu dediği.) Yani bi bakıma haklıydı be yav haklıydı sanki. O mucuk mınış yalama aşkların bir kadının sadece "iması" ile nasıl yerle yeksan olduğunu görmek hoş olmuyor. Hani herkesin içinde vardır ya "lan acaba benim sevgilime karının biri sarksa nolur adam napar?" falan diye, işte Gamze kendine bu akıl kurdu soruların cevabını bulmayı misyon edinmişti. Ama kafası güzel olacak, keyfi yerinde olacak. Yav aslında hakkaten süper gösterilerdi hepsi;)
Ehe öhömm.. Gelelim mevzunun ana fikrine anacım. Buradaki en ana fikir, artık kimselerin zora gelememesi. Semt pazarı temalı aşklar yaşanıyor, ve adına da ciddi ciddi aşk deniyor lan.
Bak bu semt pazarı temalı aşklar şeysi fena diilmiş, bi ara dalayım bu mevzuya uzun uzun. Ha neye yarayacak bu falan diyosanız bak yazmışım en tepeye "gereksiz işlerden sorumlu" diye. Tek sorun, üşeniyorum bazen anasını satim. Yaz vire yaz, nereye kadar?
12 Temmuz 2009 Pazar
0
Anıları unutmamak ruh sağlığına ziyandır!
Şimdi biraz kafayı toparlayıp şu blogun varlık sebebine odaklanmam gerekiyor. Ayla'ya rastladığım gün, bi şeyler değişti bende. Bunu o gece içip dertleşirken anlamamıştım. Aslında hala daha neyi ne kadar anladığımı hiç bilmiyorum. Yazarak, içimi dökerek hatta belki kusarak bulmaya çalışıyorum.
Anılara dalmak bazen ruh sağlığına zarar verebiliyor. Unutmak gibi insan ırkına özgü bir sakatlık varken, tadını çıkarmak lazım. Ama ne gezer? Ben özellikle unutmuyorum, unutmaktan korkuyorum. Sanki iradem dışında hafızamdan bir şeyler silinip gidecek ve kimliksiz, dünsüz kalacağım. Oysa şöyle bi şey var: Kal lan manyak! Kal! Bi naneye yaramayan bi ton saçma sapan çöpe kutsal emanet muamelesi çekmenin ne manası var? Senin yere göğe sığdıramayıp başın üstünde taşıdığın her anı, her an, onu seninle paylaşanların çoktan belleğinden, yüreğinden silinmiş eşek cennetini boylamış. Yahu mal mısın nesin be kadın? Hayır o kadar koruyup kolladığın zerzavata bari bi parça değer versen? Hadi şimdi iki dakka delikanlı ol, açık ol sana bana. Bi söyle Peri, sen kime değer verdin bugüne kadar? Bi düşün bakalım, belki de, kimseye kayda değer bi değer vermediğin için anılarına sahip çıkıyorsun?
Neyse işte, mevzu yine dağıttı kendini. Şunu diyordum, her durumda anılara saplanıp kalmak akıl işi değil. İnsanın, anıyla yüzleşmesini engelliyor. Bugününü, şu anını piç edip bırakıyor. Sonra da içine ettiğin bugünün için anı defterine kayıt düşüyorsun ve bi zaman sonra bu kayıp günler için anılar yaratmaya başlıyorsun. Boş yere elinden kayıp giden ve hiçbir anlamı, değeri olmayan günlerini bir parça olsun değere bindirmek için. Yani bu bir bakıma akıl sağlığı açısından olabilecek bir kandırmacaymış gibi görünebilir. Kısa vadede geçici bi rahatlama sağladığı da vakidir. Ve fakat, kesinlikle, tam teşekküllü bir bok yemedir!
Bak misal buraya nereden geldim anlatayım: Ayla o gece benim eski sevgilimden söz ettiğinde, onunla ilgili bi şeyler anlattığında, artık içkinin etkisi midir nedir bilemem, hiçbi şey hissetmedim. Hayatımdan dehleyeli çok zaman olmuş, üstünden de hayli kayda değer vatan evladı gelip geçmiş. Yani hakikaten özlemiyorum, düşünmüyorum, bi tık yok yani. Unutmuyorum o ayrı. Nedenlerini kırk saattir anlatıyorum işte, bi tür manyaklık.
Ama sonra ne oluyor? Sabahına bi bakıyorum ki, yav yine aynı hissiyat. Yok abi, hiçbir şey yok. Bi üzül bi içlen bi'bi şey ol. Yok anasını satayım. Da, niye yok?? Nasıl olmaz! Ben onca zamanı boşa mı yaşamışım yani? Aşk tutku heyecan? Lan nere gitti bunlar? Neyse uzatmıyım, aşık olan ve aşkını bodoslama bir tutkuyla kafayı sıyıra sıyıra yaşanlar beni anlar diyeyim bari. Anlayın hakkaten. Ve bi düşünün ki, bir an gelmiş, ayrılığı falan saymıyorum, geç onları.. Bi an gelmiş ve püf! Uçmuş gitmiş meğerse. Farkına bile varmamışsın.
Sonra da kalifiye bi manyak olduğun için, vay efendim niye bi şey hissetmiyorum diye psikolojiyi bozup, kendine içlenmeler detlenmeler şipariş etmişsin. Oyuncu kadın Kahve Perisi;)
Gerizekalı.
Anılara dalmak bazen ruh sağlığına zarar verebiliyor. Unutmak gibi insan ırkına özgü bir sakatlık varken, tadını çıkarmak lazım. Ama ne gezer? Ben özellikle unutmuyorum, unutmaktan korkuyorum. Sanki iradem dışında hafızamdan bir şeyler silinip gidecek ve kimliksiz, dünsüz kalacağım. Oysa şöyle bi şey var: Kal lan manyak! Kal! Bi naneye yaramayan bi ton saçma sapan çöpe kutsal emanet muamelesi çekmenin ne manası var? Senin yere göğe sığdıramayıp başın üstünde taşıdığın her anı, her an, onu seninle paylaşanların çoktan belleğinden, yüreğinden silinmiş eşek cennetini boylamış. Yahu mal mısın nesin be kadın? Hayır o kadar koruyup kolladığın zerzavata bari bi parça değer versen? Hadi şimdi iki dakka delikanlı ol, açık ol sana bana. Bi söyle Peri, sen kime değer verdin bugüne kadar? Bi düşün bakalım, belki de, kimseye kayda değer bi değer vermediğin için anılarına sahip çıkıyorsun?
Neyse işte, mevzu yine dağıttı kendini. Şunu diyordum, her durumda anılara saplanıp kalmak akıl işi değil. İnsanın, anıyla yüzleşmesini engelliyor. Bugününü, şu anını piç edip bırakıyor. Sonra da içine ettiğin bugünün için anı defterine kayıt düşüyorsun ve bi zaman sonra bu kayıp günler için anılar yaratmaya başlıyorsun. Boş yere elinden kayıp giden ve hiçbir anlamı, değeri olmayan günlerini bir parça olsun değere bindirmek için. Yani bu bir bakıma akıl sağlığı açısından olabilecek bir kandırmacaymış gibi görünebilir. Kısa vadede geçici bi rahatlama sağladığı da vakidir. Ve fakat, kesinlikle, tam teşekküllü bir bok yemedir!
Bak misal buraya nereden geldim anlatayım: Ayla o gece benim eski sevgilimden söz ettiğinde, onunla ilgili bi şeyler anlattığında, artık içkinin etkisi midir nedir bilemem, hiçbi şey hissetmedim. Hayatımdan dehleyeli çok zaman olmuş, üstünden de hayli kayda değer vatan evladı gelip geçmiş. Yani hakikaten özlemiyorum, düşünmüyorum, bi tık yok yani. Unutmuyorum o ayrı. Nedenlerini kırk saattir anlatıyorum işte, bi tür manyaklık.
Ama sonra ne oluyor? Sabahına bi bakıyorum ki, yav yine aynı hissiyat. Yok abi, hiçbir şey yok. Bi üzül bi içlen bi'bi şey ol. Yok anasını satayım. Da, niye yok?? Nasıl olmaz! Ben onca zamanı boşa mı yaşamışım yani? Aşk tutku heyecan? Lan nere gitti bunlar? Neyse uzatmıyım, aşık olan ve aşkını bodoslama bir tutkuyla kafayı sıyıra sıyıra yaşanlar beni anlar diyeyim bari. Anlayın hakkaten. Ve bi düşünün ki, bir an gelmiş, ayrılığı falan saymıyorum, geç onları.. Bi an gelmiş ve püf! Uçmuş gitmiş meğerse. Farkına bile varmamışsın.
Sonra da kalifiye bi manyak olduğun için, vay efendim niye bi şey hissetmiyorum diye psikolojiyi bozup, kendine içlenmeler detlenmeler şipariş etmişsin. Oyuncu kadın Kahve Perisi;)
Gerizekalı.
8 Temmuz 2009 Çarşamba
0
İnsanlar, hatalı üretim mi?
İnsan evladının hatalı üretim olduğuna iman etmekten başka suçum günahım yok. Defolu ihracat artıkları gibiyiz. Alayımızı bu gezegene yığmışlar, alıcı bekliyoruz. Kusursuz tasarımlar nereye sevkedilmiş hiçbir fikrim yok. Aslına en yakın olanlarımız iyi bi şey diye biliniyor buralarda. İyi işler yapıyorlar, insan olmaya daha bi yakın duruyorlar. Kapı komşumuz da olabilir böyle biri, ya da her çağın bildiği bir alim, bir sanatçı ya da herhangi biri.
Ben onlardan değilim.
Çok eskiden bir gün, ben daha bildiğiniz çocukken, yani daha 6 yaşında ve hakikaten bi çocukken.. kumsalda bir gün, denize girme dalgalı bak boğulursun diyen en büyük teyzemi dinlemedim diye, denize girdim ve hay bin kunduz ki boğulmadan çıkıp teyzeyi mahçup ettim diye, zarif eşi enişte bey tarafından "kötü tohum" sıfatıyla yaftalanmıştım. Bu yaftayı hayli ciddiye aldım, çünkü badem bıyıklım eniştem ziraat mühendisiydi. Adam tohumdan falan anlıyor diye düşünmüştüm. Yahu yaş altı! Ya ne olacağıdı;)
Ha ama sonra adama çok hak verdiğim zamanlar oldu. Bugün bile her dalgaya eyoo diye atlıyorsam, sebebi kötü tohum olmamdır. Çok atladım, yine atlarım.
Şekerim asıl mesele, hiçbirimizin sandığımız kadar kayda değer bi şey olmamamız. Sadece hazımda bazı sorunlar yaşıyoruz. Mottomuz: "Hatasız kul olmaz".. hani neredeyse hamdolsun falan diyecem, dersem şayet, çekip vurun beni. (Ayrıca, bu resim ne alaka diye soranı öpecem.)
Hatasız kul olmaz ile hatalı üretim arasında fark var, farkı fark edenlerin de benim gönlümde ayrı bi yeri var. Gönül dediğin de, aslına bakarsan külliyen yalan olmuş. Yan etki gibi bi şey. O bakımdan, salla gitsin.
Bugün bir kumsalda, Makedon bi aile ile ben bakışıp dururken aklıma insan ve şu fani alemde yediği boklar geldi. Bu aile ana baba ve 5 boy boy çocuktan müteşekkil. Çocuklar bildiğiniz çocuk. Deniz de alabildiğine dalgalı. (Gönül burada bi a.q. demek istiyor, bi hay yarebbim allam demek istiyor.) Çocukların bir kısmı kolluklarıyla kumsalda insanlık aleminin en bi ortak ifade biçimlerinden süzüm süzüm süzülüp gelen kale yapımında çalışıyor, başka bir kısmı, kolluklarını dalgalı denizde denemek istiyor, baba bi ton şey söylüyor, ben sadece "Alex" diye bi şey anlıyorum. Çocuk denize girmiyor. İyi bi tohum olduğunu, kötü tohum hikayesini hatırlayıp düşünürken, aklıma bu kez, Elveda Rumleli dizisi geliyor. Kaldı ki, niye geliyor anlamış değilim. Filiz Ahmet falakaya yatırıldığından beridir ben bu diziyi izleyemiyorum. Canım yanıyor yav, içim kaldırmıyor. Ama işte o falakanın müsebbibi bir "Alex" var ya, hatta belki adı böyle bile yazılmıyordur, hoşgörüle.. Ama o Alex ile benim kumsalın minik Alex'i örtüşüyor ve ben bu aileyi bir anda Makedon aile yapıveriyorum.
Evet, var bende bi sorun. Bu gece insan üzerine yine saçmalıyorum.
Bu kadar bir'ken, neden oyuluyor onca göz? (Hatalı üretim haricinde açıklaması olanın hasretle gözlerinden öpüyorum.)
Ben onlardan değilim.
Çok eskiden bir gün, ben daha bildiğiniz çocukken, yani daha 6 yaşında ve hakikaten bi çocukken.. kumsalda bir gün, denize girme dalgalı bak boğulursun diyen en büyük teyzemi dinlemedim diye, denize girdim ve hay bin kunduz ki boğulmadan çıkıp teyzeyi mahçup ettim diye, zarif eşi enişte bey tarafından "kötü tohum" sıfatıyla yaftalanmıştım. Bu yaftayı hayli ciddiye aldım, çünkü badem bıyıklım eniştem ziraat mühendisiydi. Adam tohumdan falan anlıyor diye düşünmüştüm. Yahu yaş altı! Ya ne olacağıdı;)
Ha ama sonra adama çok hak verdiğim zamanlar oldu. Bugün bile her dalgaya eyoo diye atlıyorsam, sebebi kötü tohum olmamdır. Çok atladım, yine atlarım.
Şekerim asıl mesele, hiçbirimizin sandığımız kadar kayda değer bi şey olmamamız. Sadece hazımda bazı sorunlar yaşıyoruz. Mottomuz: "Hatasız kul olmaz".. hani neredeyse hamdolsun falan diyecem, dersem şayet, çekip vurun beni. (Ayrıca, bu resim ne alaka diye soranı öpecem.)
Hatasız kul olmaz ile hatalı üretim arasında fark var, farkı fark edenlerin de benim gönlümde ayrı bi yeri var. Gönül dediğin de, aslına bakarsan külliyen yalan olmuş. Yan etki gibi bi şey. O bakımdan, salla gitsin.
Bugün bir kumsalda, Makedon bi aile ile ben bakışıp dururken aklıma insan ve şu fani alemde yediği boklar geldi. Bu aile ana baba ve 5 boy boy çocuktan müteşekkil. Çocuklar bildiğiniz çocuk. Deniz de alabildiğine dalgalı. (Gönül burada bi a.q. demek istiyor, bi hay yarebbim allam demek istiyor.) Çocukların bir kısmı kolluklarıyla kumsalda insanlık aleminin en bi ortak ifade biçimlerinden süzüm süzüm süzülüp gelen kale yapımında çalışıyor, başka bir kısmı, kolluklarını dalgalı denizde denemek istiyor, baba bi ton şey söylüyor, ben sadece "Alex" diye bi şey anlıyorum. Çocuk denize girmiyor. İyi bi tohum olduğunu, kötü tohum hikayesini hatırlayıp düşünürken, aklıma bu kez, Elveda Rumleli dizisi geliyor. Kaldı ki, niye geliyor anlamış değilim. Filiz Ahmet falakaya yatırıldığından beridir ben bu diziyi izleyemiyorum. Canım yanıyor yav, içim kaldırmıyor. Ama işte o falakanın müsebbibi bir "Alex" var ya, hatta belki adı böyle bile yazılmıyordur, hoşgörüle.. Ama o Alex ile benim kumsalın minik Alex'i örtüşüyor ve ben bu aileyi bir anda Makedon aile yapıveriyorum.
Evet, var bende bi sorun. Bu gece insan üzerine yine saçmalıyorum.
Bu kadar bir'ken, neden oyuluyor onca göz? (Hatalı üretim haricinde açıklaması olanın hasretle gözlerinden öpüyorum.)
6 Temmuz 2009 Pazartesi
4 Temmuz 2009 Cumartesi
0
Dolce and Gabbana
Recently, Haifa wore this strapless ruched silk Dolce and Gabbana dress. This dress is now available at Luisaviaroma.
2 Temmuz 2009 Perşembe
0
Bazen kaçmak en şükela çözüm oluyor. Yemeyin siz o kişisel gelişim klişelerini canlar. Hakikaten yemeyin, yedirmeyin kafanızı durduk yere. En temiz çözümü atalarımız söylemiş zaten fi tarihinde: Erkekliğin onda dokuzu kaçmaktır! Budur yani. Evet budur. Hatta niye sadece erkeklere bahşediliyor ki bu lüks? İlla her alemde bu cinse iltimas mı geçilecen lan? Cennetleri bile ayrıcalıklı..
Neyse ne yahu konu sapıtmasın benim gibi. Yoldan çıkmış, yine arka sokaklarda gölgesini unutacak benim gibi. Konuyu kulağından tutup ışığa çekmek lazım. Baktın gelmiyor, nazlanıyor direniyor tepiniyor ve hatta tırmalıyor sağını solunu, bas kıçına tekmeyi getir. Ha şimdi bekliyosun ki yine diyeyim: "Benim gibi" Bekleme, demem. Desem de bi boka yaramaz, çok çekiştirdiler beni gel meydan senin, mikrofon senin KONUŞ! diye. Boşa zahmet. Çok kandım ama çok da kandırdım. Sesimi duyan sözümü anlamadı. Anlayan, dinlememişti zaten.
Ayla muhabbetine epey bi ara vermişim onu fark ettim bu gece. Aslında buralara yazdığımı falan da kafadan şutlamışım sanki. Sanki başka biri, birileri okusun diye yazmış. Neyse işte, bi ara aydım mevzuya: Yaz kızım Kahveperisi! "Bi kahve içseydik?" kuşağının kaçak yolcusu. Yaz!
Ayla o gece bana Ali nerde napıyo falan bi anlattı. Ali benim hiçbir şeyim. Bunu böyle anlatmayı seviyorum. O, sadece "ali". Benim bi şeyim değil. Ben de onun bi şeyi değilim. Geçtik biz birbirimizden. Üstümüzden çok geçti, çok sular aktı, çok eskidik. Hani şimdi coğrafya dersi gibi olacak ama amasını seveyim olsun, hani su aşındırır ya, hani suya yeterli zamanı verirsen kayaları dağları taşları un ufak eder ya.. yedi yuttu bizi zaman. Ali'nin kızı bile olmuş. Kızı. Ali baba. ahahah..
Kaçmak bazen en temiz çözümdür. Kaçmıştım.
İyi ki kaçmışım. Bak adamın kızı olmuş. Kalsaydım bi ton derdi olurdu, yatsın kalksın dua etsin. Ayla'nın eski eşine dönen eski sevgilisi varsa bende de bi Ali vardı işte. Eski hiçbi şey.
Kaçmak bazen en edepli yoldur. Seçmiştim.
O değil de, yahu hakkaten anlamıyorum, nedir bu bir daha konuşalım aman ne olur iletişim kuralım kendimizi dibimize kadar ifade edelim, iki satır gizlimiz kuytumuz kalmasın çabası? nedir lan bu? Konuş anlat açıkla, olmadı yaz ver eline, hatta çiz şema şema, yol haritası çıkar özüne. Delirdik mi? Neden bu ezayı çektiriyoruz ruhumuza? Neden? Yani birileri çıkıp kerrat cetveli misali ezbere çekecek, tepkilerimizi bile, ama bizden gık bile çıkmayacak? Reva mı bu şimdi aşka? Olmuyorsa, bik bik konuşmanın, kafa bellemenin sebebi ne?
Kaçmak bazen en kestirme yoldur. İki nokta arasındaki en doğru yoldur.
Üşenmiştim.
Kaçmak en temiz çözümdür bazen
Bazen kaçmak en şükela çözüm oluyor. Yemeyin siz o kişisel gelişim klişelerini canlar. Hakikaten yemeyin, yedirmeyin kafanızı durduk yere. En temiz çözümü atalarımız söylemiş zaten fi tarihinde: Erkekliğin onda dokuzu kaçmaktır! Budur yani. Evet budur. Hatta niye sadece erkeklere bahşediliyor ki bu lüks? İlla her alemde bu cinse iltimas mı geçilecen lan? Cennetleri bile ayrıcalıklı..
Neyse ne yahu konu sapıtmasın benim gibi. Yoldan çıkmış, yine arka sokaklarda gölgesini unutacak benim gibi. Konuyu kulağından tutup ışığa çekmek lazım. Baktın gelmiyor, nazlanıyor direniyor tepiniyor ve hatta tırmalıyor sağını solunu, bas kıçına tekmeyi getir. Ha şimdi bekliyosun ki yine diyeyim: "Benim gibi" Bekleme, demem. Desem de bi boka yaramaz, çok çekiştirdiler beni gel meydan senin, mikrofon senin KONUŞ! diye. Boşa zahmet. Çok kandım ama çok da kandırdım. Sesimi duyan sözümü anlamadı. Anlayan, dinlememişti zaten.
Ayla muhabbetine epey bi ara vermişim onu fark ettim bu gece. Aslında buralara yazdığımı falan da kafadan şutlamışım sanki. Sanki başka biri, birileri okusun diye yazmış. Neyse işte, bi ara aydım mevzuya: Yaz kızım Kahveperisi! "Bi kahve içseydik?" kuşağının kaçak yolcusu. Yaz!
Ayla o gece bana Ali nerde napıyo falan bi anlattı. Ali benim hiçbir şeyim. Bunu böyle anlatmayı seviyorum. O, sadece "ali". Benim bi şeyim değil. Ben de onun bi şeyi değilim. Geçtik biz birbirimizden. Üstümüzden çok geçti, çok sular aktı, çok eskidik. Hani şimdi coğrafya dersi gibi olacak ama amasını seveyim olsun, hani su aşındırır ya, hani suya yeterli zamanı verirsen kayaları dağları taşları un ufak eder ya.. yedi yuttu bizi zaman. Ali'nin kızı bile olmuş. Kızı. Ali baba. ahahah..
Kaçmak bazen en temiz çözümdür. Kaçmıştım.
İyi ki kaçmışım. Bak adamın kızı olmuş. Kalsaydım bi ton derdi olurdu, yatsın kalksın dua etsin. Ayla'nın eski eşine dönen eski sevgilisi varsa bende de bi Ali vardı işte. Eski hiçbi şey.
Kaçmak bazen en edepli yoldur. Seçmiştim.
O değil de, yahu hakkaten anlamıyorum, nedir bu bir daha konuşalım aman ne olur iletişim kuralım kendimizi dibimize kadar ifade edelim, iki satır gizlimiz kuytumuz kalmasın çabası? nedir lan bu? Konuş anlat açıkla, olmadı yaz ver eline, hatta çiz şema şema, yol haritası çıkar özüne. Delirdik mi? Neden bu ezayı çektiriyoruz ruhumuza? Neden? Yani birileri çıkıp kerrat cetveli misali ezbere çekecek, tepkilerimizi bile, ama bizden gık bile çıkmayacak? Reva mı bu şimdi aşka? Olmuyorsa, bik bik konuşmanın, kafa bellemenin sebebi ne?
Kaçmak bazen en kestirme yoldur. İki nokta arasındaki en doğru yoldur.
Üşenmiştim.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)