15 Ocak 2013 Salı

0

Sen de benim kadar korkuyor musun kadın?


"Cinsel açlığın yaygın ve kadına ulaşmanın zor olduğu durumlarda, sürekli olarak uyarılan erkek, -haram gibi normlara sahip değilse- fırsatını bulduğunda kendisini uyaran -tahrik eden- kadına yönelir, rıza ile karşılık bulamazsa duruma göre saldırır. "

 Hatırladınız mı bu sözleri?

Tecavüzlere "duruma göre" açıklaması getiren bu müthiş kelamın sahibi Zaman gazetesi yazarı Ali Bulaç. 21 Şubat 2011'de yazmış, üzerinden neredeyse iki yıl geçmiş ama öyle anlaşılıyor ki milletçe nasibimizi alamamışız. Alamamışız çünkü, geçen iki yıl içinde yine kadınlara tecavüz edilmiş, yine kadınlar dövülmüş sövülmüş öldürülmüş. Keşke kadınlar tecavüze uğramalarının nedenini okuyup anlasalarmış.

Yine de çok geç kalmış sayılmazlar. Tamam başlarına gelenler hiç de hoş şeyler değil ama.. şöyle bi düşünecek olursak, zaten tecavüze uğramalarının nedeni de, kendileri. Tahrik ediyorlar erkekleri, sonra yok efendim adamın biri tecavüz etti bana falan filan. O kadar da büyütülecek bi şey değil sonuçta. Hem şimdi devlet katından ciddi bir destek görmeleri de söz konusu. Hani olur da tecavüz sonrası bir hamilelik durumu olursa, aman sakın ha kürtaj olmayın, doğurun, devlet bakar çocuğa diye. Her neyse, demem o ki madem tecavüze sebebiyet veriyorsun, sonuçlarına da katlanacaksın. İşte anlatmış Ali Bulaç nedenlerini bir bir. Oku düşün uygula neticelendir hemşire.

Hayır diyelim ki yeterince ibret alamadın, bak sana bir şans daha vermiş Ali Bulaç. Hem bu seferki şans öyle elinin tersiyle itebileceğin bi şey değil. Değil çünkü, artık öldürülüyorsun be güzelim? Yani hiç düşündün mü, ne halt yiyorsun da kocan seni kesiyor? Ne yanlış yapıyorsun da, yaradılışı mütamadiyen error veren erkek milletinin iyice şaftı kayıyor, elini kana buluyor, durduk yere günaha giriyor senin yüzünden? Hım?

Bak ne diyor Ali Bulaç, 14 Ocak 2013 tarihli yazısında. Aç gözünü gönlünü, iyi oku:

"Bence prensip olarak –dinî öğretinin tamamından ve beşeriyetin her bölgesinde ve din havzasında gözlenen örfünden anladığım kadarıyla- kadının birinci görevi annelik ve ev hanımlığıdır."

Birinci vazifen: Annelik ve ev hanımlığı. Senin gelecek planlarına el koyduk şekerim. Sana hayal kurmayı bile yasakladık, çünkü senin birinci vazifen annelik ve ev hanımlığı. Sana sınırlar çizdik, menziller tespit ettik. Dini öğretinin tamamından anladık bunu. Beşeriyet dedik, din havzası dedik mevzuya derinlik kattık.. ama sen kafanı yorma bunlarla, bilmen gereken son derece basit bi şey: Bir kadın olarak ilk vazifen çocuk doğurmak, ev işi yapmak.

Buraya kadar tamamsa devam ediyorum, azami dikkat:

"Zaruret varsa iş piyasasında öncelikle onun emeğini hak edecek kadar ücretle istihdam edilmesi gerekir."

Şimdi burada önemle üzerinde durulacak nokta, "zaruret varsa" noktası. Bu nokta mühim. Çünkü, misal, hanımlarımız hastalanıyorlar maalesef. Diyelim sen bi kadın olarak hastalandın, doktora gitmen gerekti. Ne yapacaksın? Elin namahrem erkeğine muayene olacak halin yok değil mi? İşte zaruret noktası bu oluyor. Mecburen içinizden birileri fedakarlık yapacak, okuyacak, doktor olacak. Hemşire olacak, hasta bakıcı olacak, öğretmen olacak.

Böyle zorunlu istisnaları bir yana bırakıp, ibret alınası yazının başka bir bölümüne geçelim:

"Liberal kapitalist piyasa ise kadını farklı çerçevede evin dışına çıkmaya zorluyor; anneliği ve ev hanımlığını itibarsızlaştırıyor; pozitif ayrımcılıkla kadın yuva kurmuyor; erkekler bu şekilde kışkırtılmış kadınlarla evlenmek istemiyor; sonuçta olan yine kadına oluyor."

Of off. Bak ne güzel açıklamış. Ne kadar faydalı şeyler söylemiş. Keşke bu sefer okuyup anlasan da canın kurtulsa be kadın. Aslında hata tam olarak sende değil, seni pozitif pozitif kışkırtanda. Buyur oku meslek sahibi ol, emeğinle çalış kazan, ayaklarının üzerinde dur diye seni kışkırtıp piyasaya sürenler utansın. Yaptıkları kötülüklerin farkında mı onlar? Al işte ne oluyor sonunda? Evde kalıyorsun! Kimse senin gibi kışkırmış bi kadınla evlenmek istemiyor. Kimse seni evinin hanımı, çocuklarının anası yapmak istemiyor. Güme gidiyor birinci vazife.. peh!

Bu arada.. "kışkırtılmış kadınlar" diye okuyunca aklıma ne geldi. Erdal Atabek yazmıştı zamanında "Kışkırtılmış Erkeklik Bastırılmış Kadınlık" diye bir kitap. Ama tabii o mevzuyu külliyen yanlış anlamış meğer, şimdi bunu öğrenmiş olduk. Bu vesileyle seslenmiş olalım, açsın okusun Ali Bulaç külliyatını, kadın kısmına doğru telkinlerde bulunsun.

Gelelim adeta kadınlar için köprüden önceki son çıkış gibi olan yazının devamına:

"Erkeğin fıtrî rolünü kaybetmesi onu kadına karşı acımasız şiddete, vahşi cinayetlere sürüklüyor, sonunda kadın devlete sığınıp kendini devletleştiriyor. Şimdi devlet her eve polis tayin edecek hale geldi."

Duydun mu? Bak diyor ki, erkeğin fıtri rolü kayboluyor, fıttırıyor sonunda. Kafayı kırıp vahşi cinayetlere sürükleniyor. E peki kim yapıyor bunu? Sen yapıyorsun! Sen. Kadın.

Hayır bir de delirttiğin adam seni  kıtır kıtır kesmesin diye devlete sığınıp devletleşiyormuşsun? Yani bu nası bi şey oluyor tam anlayamadım ama yapma sen en iyisi. Devlete sığınma. Ne gereği var? Yahu bak sayende devlet neredeyse her eve polis dikecek hale gelmiş. Yazık değil mi bu devletin kıt imkanlarına? Yani bu devlet hangi birinizin başına polis tayin edecek? Şiddet gören kadına sıra gelene kadar.. o hoo.. daha kimler kimler var.

Şimdi çok önemli bir bölüme geldik, ibretini sağlam al:

"Madem bizim kadınlar da bu modern tecrübeyi yaşamakta çok kararlı, yemekte oldukları 'acı meyve'nin sonucunu beklemekten başka çare yok."

Unut her şeyi, git bir daha oku..

Gel şimdi, konuşalım biraz. "Madem bizim kadınlar da.." demiş Ali Bulaç. Yani demek ki bizden olmayan başka kadınlar bu "modern tecrübeyi" yaşamışlar zamanında, o "acı meyve"yi yemişler afiyetle..  ee ne olmuş peki? Diyelim misal modern batılı kadın tecrübesini yaşamış ve modern batılı erkek tarafından elli yerinden bıçaklanmış mı? Ne olmuş o kadınlara? Ne gelmiş o meslek sahibi modern ve bizden olmayan başka kadınların başına da, şimdi bizim kadınlar da yaşayacak bu tecrübeyi ve görecek gününü?

Sen yine ibretini al bu yazıdan, al. Sen bizdensin çünkü. "Bizim kadınlar" demiş bak ne güzel. Nasıl, sen de benim gibi hissediyor musun o tahakküm sosuna bodoslama bulanmış sahiplenmeyi? Sen de benim kadar korkuyor musun kadın? Yaşam hakkı ve alanı diye bize dayatılan şu kümes ortamından sen de benim kadar korkuyor musun? Attığın adımdan, sesinden soluğundan, aldığın nefesten bile korkuyor musun?  Acı meyveyi yemişiz kardeşim, sen de benim gibi şu "beklenen" sonuçlardan korkuyor musun?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

back to top