İşte ben o parmağımı yanıma alıp mutfağa gittim ve dolabı açtım bardak almak için. Sonra bi ara fark ettim ki, bardağı alamıyorum. Neden diye bardağa baktım, onda bi sorun yoktu, duruyordu işte olduğu yerde. Elime baktım sonra, boştu. Bardak orada elimin yakınında ama tutamıyor bardağı. Neden? çünkü o malum parmak bardağın üstüne tıklayıp duruyor.
![](https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgUtf8gjNGXiQdvqs0nZt26xriAU-A99bY4H647HDBRi82QhW616WHTJ1170lGgTSehwgBxJI-kD0pLIeqopOXYkthowzx7Ek6MuvsCQCPjhbV3tOO7JQ7iWy5z4laQ66j73Aw0zwGudhWv/s200/large_77.jpg)
Bu bir yabancılaşma hadisesi gibi duruyor. Yabancılaşma da bir tür çözüm gibi.
Peki çözüm bunun neresinde? Yabancılaşma neden bir tür çözüm olsun ki?
Karşısında kapı gibi iki seçenek daha varken hem de?
Seçeneğin biri: Dalgınlık.
Bildiğin gerçek aleme yabancı kalmak falan değil, öylesine bir dalgınlık. Herkesin, her yerde başına gelebilecek bi şey. Tabii kimse gidip bir bardak bi şey içecem diye tıklayıp durmuyor ama bunun sebebi neden vahim bir dalgınlık olmasın?
Diğer seçenek ise, tedavilik bi şey. Kabullenmek lazım önce, sonra bakılır bi hal çaresine. Terapi mi olur, çıkıp bi temiz hava almak mı olur, ne olur bilmiyorum. Ama kesinlikle yabancılık vs değil. Bildiğin tıralelli.
Ve diyelim ki, bu iki seçenek de yarı yolda gümledi gitti. Mundar oldu, telef oldu. Geriye tek çaren kaldı, o da, her bir şeye asıl ben seni hiç tanımayrum muamelesi yapmak: Her ama her şeye yabancılaşmak!
Özellikle o tıklanan bardağa ve parmağa. İkisini de tanımamak.
Takılsınlar kafalarına göre anasını satim, bana bi şey olmasın.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder