31 Ağustos 2009 Pazartesi
Diğer kadını merak etmek
Bak yazıp yollayacam hemen, şimdi dön bi daha isim düşün falan uğraşamam. Kızın adı Cansu, ve ben ne zaman kuyruk diye bi şeyler duysam, okusam, söylesem, aklıma bu kız geliyor! Oh bea.. Sonunda mevzuya girebildim. Neden kuyruk? Neden Cansu? Anlatayım: Kuyruk, malum üzre, bildiğiniz kuyruk. Bunun kadınlarda olanına at kuyruğu falan deniyor hatta. Saç liseli kızlar gibi toplanıyor tepede bir tokayla, sonra o saç yürüdükçe, başını çevirdikçe sallanıp duruyor mırıl mırıl.
Bu tabii sadece genç kızlarda olur, az bi büyük ve hatta epey bi büyük kadınlarda olmaz diye bi şey yok. Uzatsın saçını, bağlasın, toplasın, pek de güzel olur. Severim ben kuyruğu. Ama işte buradaki altı çizilesi konu şudur ki, o saçlar doğal olacak. Kafaya saç kökleri ile bağlı olacak. Elalemin saçından yapılan bir kuyruk, saça bi şekil tutturulmayacak. Elde kuyruk ile işe gelinmeyecek.
Cansu sabah bi gelirdi, doğru tuvalete yolanırdı. Zaten yüzünü gören olmazdı. Rastlasan da göremezdin ki. Kocaman gözlükler, bere şapka bi şey illa ki kafada örtülü. Bir de dana gibi bir çanta. Çantada da o malum kuyruk. Ama bi çıkardı tuvaletten bizim kata, oy anam oy! O paspal hatun gitmiş, yerine acayip bi şey gelmiş. Daha samimi olmadan önce ben çok karıştırırdım bu kızı yeni sunucu adayı mankenlerle. Program katından eksik olmazlardı sağolsunlar. Ha şimdi bu demek oluyor ki, bizim Cansu manken gibi bi kızdı? Eh işte sayılır.. Bi kere mankenlerin emekli olduğu yaştaydı, memleketin en şükela okullarından mezun olmuş, gitmiş yabancı memleketlerde işinin ilmini yapmış, gelmiş yönetmen olmuş gayet başarılı, kafası iyi çalışan çok da hoş bir kadındı. Huysuzdu, sinirliydi, aç gezerdi, yediği iki lokmayı da mideden en kısa sürede atardı. Haberde çalışan bir kamera önü yakışıklısı ile birlikteydi.
Şimdi manzaraya bi bakacak olursak: Elimizde eğitimli, kafası çalışan, hayli güzel ve başarılı bi kadın var. Ve bu kadın, sevgilisinin kaçamak yaptığı kızları görmek için kendini paralıyor! Misal, ortak arkadaşlarından ya da özellikle kulağına akıtılan dedikodulardan öğreniyor ki, sevgilisi bunu bilmem nerede çalışan bi hatunla aldatmış. Hiç üşenmez, kalkar gider o kadını görür. Yani görür de, sanmayın ki konuşacak çemkirecek, bi olay çıkaracak falan. Yok öyle bi şey. Sadece gidip bi bakardı ki, kiminle aldatılmış. Daha mı genç, daha mı güzel? Nedir yani farkı? Kayda değer hiçbir şey çıkmazdı ortaya. O kuyruk faciası da zaten bu gidip görmelerin birinden sonra çıkmıştı ortaya.
Ya bi şey diyecem, hani bazen soruyorum, aşk mı lan bu şimdi! diye? Sormuş sayın bi zahmet. Ana fikir falan da yok bu hikayede. Yani o kadar marazi ilişkiye tanık olduktan sonra ve .. neyse ve'si sonranın hikayesi olsun, demem o ki, eğer bu aşk ise, kafanın neresini imha ediyor bu illet? Ne yapıyor da insanı bildiğin eblehe dönüştürüyor?
Halbuse, at o kuyruğu sevgili dediğin öküzün kafasına, çık git bi temiz hava al.
Kafa derin de, kafan da bi rahat etsin bacım.
(Ama ben söyledim ta başında, yazmak için yazacam diye. Hayır sanki "ee şimdi ne anlattı bu kadın?" ifadesi görür gibi oldum da gözlerde? ahahah.. olur öyle arada.)
Çorap Askısı
30 Ağustos 2009 Pazar
Faydalı Linkler
29 Ağustos 2009 Cumartesi
Al Yakaza Magazine: French Connection
Kesmeden Pantolon Paçasını Kısaltmak
28 Ağustos 2009 Cuma
En büyük hayali evlilik olan kadınlar
Aslında benim, birbirinden pırlanta, güzeller güzeli, akıl küpü kızlarımız için söyleyebileceğim farklı bir şey yok. Yani onlara da "eşleriniz, sevgilileriniz sizin malınız değildir, kaldırın o tasmaları" der, bence mevzuyu özetlerim. Bu tasma da nereden çıktı falan diyorsanız, buyurun: Biz kırk kişiyiz birbirimizi biliriz anacım. Pek güzel biliriz. Genelleme yapıyorum an itibariyle, bana ama öyle değil böyle falan diye münferit örneklerle gelmeyin reca ederim. Genelleme bana diyor ki, bu memleketin kızlarının kendilerini var edebilme aracı eş ve anne olmaktır. Eş olmadan anne olabilecek halimiz yoktur. Burada sözü edilen hal, elbette ki paşa gönül halidir. Yani: "Ben evlenmiyorum kardeşim! Ama anne olmak istiyorum te o kaa!" diyebilen, ve demekle kalmayıp bunu uygulayabilen kadın sayısı hepimizin malumudur, çünkü bunlar haber değeri taşır bu ellerde. O kadar acayip bir iş olarak görülür yaptıkları.
O bakımdan biz genelimize odaklanalım ve diyelim ki: El birliğiyle eş ve anne olmaya kodladığımız kızlarımızın hayallerine bile ipotek koyuyoruz. Alayının en şahane hayali, şahane bir düğün! Yahu bi galaksiyi gezmeyi hayal edin misal, bi kerecik olsun hayalinizde bir kara deliğe düşün. Galaksiden vazgeçtim, bari Mars'a gidin dönün. Arada Ay dedeye uğrayıp bi demli çayını için, elini öpün, hayır duasını alın. Nebleyim bi kerecik olsun en şahane hayal olarak, misal bütün kanserlere deva olacak bir ilacı siz bulun. OLmuyor ama değil mi? Olmuyor, çünkü biz toplum olarak, aynı yollardan geçip, aynı hapları yutmuş, aynı ezberi yapmış insanlar olarak, sizlerin hayallerinize bile el koyduk.
Başka hayal vermedik ki, ne desem havada kalacak kabul.
Ama diyecem yine de. Çünkü ben biliyorum ki, kafaları gayet iyi çalışan ve başlarına örülen bu çorabın farkına varan birçok genç hanım, bile bile aynı oyunu oynuyor. Herhangi bir hayalin peşinden koşmak, bir ademoğluna tasmayı takmak kadar kolayına gelmiyor. Kolayı seçiyor. Güvence dediği esareti, huzur dediği erken emekliliği seçiyor. Ve seçtiği adamlar da edeleli kollarına yandığı, kaşına gözüne kurban olduğu değil. Onlara aşık oluyor, istiyor ama gidip bir "koca" buluyor kendine. Şimdi burada kadınların da birer evlenilecek erkek-eğlenilecek erkek ayrımları olduğu konusuna girmeyeyim. Biliyoruz di mi neyin ne olduğunu?
Ha işte o zaman ne diyorsun be kadın? diyorsanız, valla ben de bilmiyorum. Durum vahim gözüküyor. Bir çocuğu eğitmek istiyorsan, işe anneannesinden başlayacaksın diye bir söz okumuştum çok eskiden. Galiba artık yapabileceğimiz bi şey yok. Ama şimdi böyle bi başlayalım derim, bakarsın işe yarar. Şu fani alemde bir kadının en önemli vazifesinin evlenmek ve çocuk doğurmak olduğu dayatmasına kaç kadın dil çıkartırsa, geleceğe umut olur. Çünkü erkeğin ve kadının ortak mutsuzluklarının baş sebebi bu ezbere yaşamların mahkumiyetidir. Tutsak ruhlar da hem kendilerine, hem diğer tutsaklara eziyet ederler. Herkes birbirinin tasmasına hırsla ve başka bir şeklini bilmedikleri için, haz ile yapışır. Zevk alırlar mutsuzluklarını yaymaktan. Diğerleri de kendileri gibi olsun isterler. Herkes zincirine biat etsin isterler. Çünkü ancak o zaman, yaşamlarının bir anlamı olduğuna inanırlar.
Daraldım yav.. Tıkandım kaldım zaten, bi naneye yaramayan bi ton laf.
Gereksiz işlerden sorumluyum ya, o bakımdan.
27 Ağustos 2009 Perşembe
Kottan Portföy Çanta
26 Ağustos 2009 Çarşamba
-mış gibi yapanlar erkekler
"Sonuçta medeni insanlarız, Anadolu'da yaşamıyoruz. Eski sevgilimle dost kalacağız."
Eski sevgili dediği, bak bak bitmeyen hanım da, malum üzre: Eda Taşpınar.
Hani ördek tüylerinden kendine giysi falan bi şeyler yapmıştı bir vakit. Millet yolunmuş kuş tüylerine baka kalınca da açıklamıştı nereden aklına estiğini: "Nurettin vurdu, ben de taktım."
İşte ol vakitten beridir ben bu hanımla ilgili yorum yapmadım, yapamadım. Yani sonuçta, sevgilisinin çekip vurduğu bir hayvanın tüylerini üstüne başına takıp gururla dolanan ve pozlar veren bir insan bu. Bende de malum, sinir var.. neme lazım.
Neyse işte mevzu yolunmuş sinirler ve tüyler değil. Geçti gitti o günler şükür. Şimdi geldiğim nokta, evlere şenlik! Önce şunu söyleyim, Nurettin Hasman'ın "...Anadolu'da yaşamıyoruz" beyanına fazla takılmamıştım. Adam belli ki kastını aşan bir ifade kullanmış. Aklına töre cinayetleri mi geldi, ne olduysa artık, öyle bi şey demiş.. diye düşünmüştüm. Şimdi böyle yok düşündüm yok bilmem ne falan diyorum ama işte haberi okuyunca o an akıldan geçenlerdir bunlar. Bir de tabii, eski magazinci arsız ruhum rahat durmuyor, algılarıma son ütücü oluyor böyle durumlarda.
Bak yine dağıldı her bi şey. Toparlama babından Nurettin bey'in en bi son beyanatına bakalım hemen: "Ben onu kendi ayarımda, iffetli bir kadın diye taşıdım. Değilmiş... Eda ne yazık ki çok aşağılık bir kadınmış! Bu kadınla nasıl birlikte olmuşum ben? Feci şekilde kandırıldım. Beni kandırdığı için de Eda Allah’ından bulacak... Ortaçağ'da olsa Eda'yı yakarlar, taşlarlardı."
Nurettin bey Anadolu'dan geçmiş, zamanda atlamalar sıçramalar yapmış, gitmiş Ortaçağ'dan parmak sallıyor eski sevgilisine. Vurduğu heyvanın tüyleri yolunup stil olsun diye entarilere tutkallanırken zıplamayan sinirleri fena halde arşa zıplamış, oradan öyle esip gürlüyor demek ki.
Ben bu modern memleket erkeklerinin ayrı ayrı hastasıyım anacım. Bayılıyorum her birine. Öyle şükela "-mış gibi" yapıyorlar ki tadından yenmiyor. Anlayışlıy-mış gibiler, özgüvenleri tam-mış gibiler, aş-mış git-miş çoktaan dön-müş gel-miş, her bi şeyi çöz-müş gibiler.
Sanki zoru görünce, aslına rücu et-miş gibileehhahah;)
25 Ağustos 2009 Salı
İçiyorsam sebebi var...
Sigarayı bıraktığımı anlatmıştım, çok kahve içiyorum onun yerine ne içsem acaba diye düşünmüştüm ya, artık maden suyu içiyorum. Sağlıklı yaşamaya karar verdik ya, içeceğim şeyde biraz yarasın bana dimi... Tabi kahve içmiyor değilim onuda içiyorum ama günde 1 fincan.
Maden suyunun faydaları
İstanbul Üniversitesi (İÜ) Tıp Fakültesi Öğretim Üyesi, Uluslararası Tıbbi Hidroloji ve Klimatoloji Derneği Başkanı Prof. Dr. Zeki Karagülle, spordan önce ve sonra içilen maden suyunun, vücudun su kaybını önlediğini bildirdi.
Prof. Dr. Karagülle, AA muhabirine yaptığı açıklamada, maden suyunun Avrupa ülkelerinde sofra suyu olarak kullanıldığını, bunun nedeninin yemeklerle alınamayan bazı minerallerin maden suyuyla alınabilmesi olduğunu söyledi.
Türkiye’de çıkarılan maden sularının, içerdikleri mineraller sayesinde yüzyıllardır insanlara şifa dağıttığını vurgulayan Karagülle, şöyle devam etti:
”Maden suyunun, minerallere bağlı etkilerin dışında, bazı hastalıklardaki terapotik yararları da söz konusudur. Maden suyu, böbreklerde ve idrar yollarındaki taş oluşumunu önler ve iltihabı geriletici etki gösterir. Safra kesesi tembelliğinde yararlıdır. Pankreas fonksiyonlarını da destekler. Kronik mide mukozası iltihabında veya mide asidi fazlalığında yüksek bikarbonat içeren maden suları faydalıdır. Maden suyu, sindirim sisteminde de önemli etkileri olmakla birlikte kabızlığa da iyi gelir.”
-HER ALANDA VE HER YAŞTA MADEN SUYU-
Maden suyunun çocuk mamasında bile kullanılabileceğine dikkati çeken Prof. Dr. Karagülle, şunları kaydetti:
”Maden suyu bebeklikten yaşlılığa kadar her yaşta rahatlıkla kullanılabilir. Bebeklerde anne sütü vazgeçilmez besin ve sıvı kaynağıdır. Bunun yanında ek beslenmeye geçildiğinde, mamalar maden suyuyla hazırlanırsa ideal bir mama karışımı olacaktır.
Ayrıca spor yapan insanlarda görülen kilo kaybı, tamamen su kaybıyla orantılıdır. Bu nedenle spordan önce ve sonra içilen maden suyu, vücudun su kaybını önleyecektir. Bununla birlikte sıcak günlerde meydana gelebilecek su kaybı, maden suyuyla ideal şekilde önlenecektir.”
Özellikle çalışan kişilere, kahve ve çay yerine maden suyu içmeleri tavsiyesinde bulunan Karagülle, ”Sabah işe başlayan bir kişi, içinden kabarcıklar çıkan bir bardak soğuk maden suyuyla güne daha dinç ve enerjik başlayabilir” dedi.
Maden suyunun cilde de çok faydalı olduğunu vurgulayan Prof. Dr. Karagülle, ”Maden suyu içildiği sürece, cilt pörsük, yorgun ve solgun görünmeyecektir. Maden suyu sadece içildiğinde değil, sürüldüğünde de cildi canlandırır ve gençleştirir” diye konuştu.
Cep telefonum cebimde, cebim elimde...
24 Ağustos 2009 Pazartesi
Ahşap Saplı Çanta
23 Ağustos 2009 Pazar
Kozmetik Çantası
22 Ağustos 2009 Cumartesi
Kanzashi Yapımı
Bu tekniği çinliler yapıyor, genelde gelinler ve geyşalar kullanıyor. Kanzashi süslü saç yokası demekmiş, ama broş olarak, kolye olarakta kullanılıyor.Ben küçük bir deneme yaptım.
Bunu yapmak içinse ipek kumaşa ihtiyaç varmış, doğrudur çünkü katlarken kumaş düzgün durmuyor. Yani şu kadarcık birşey katla gitsin demek olmuyor. Birde silikon tabancası ile de yapıştırınca parmaklarım yandı, bir sonraki denememde iğne iplik kullanıcam
Daha fazla model için buraya bakabilirsiniz, etsys.te satışa konmuş.
21 Ağustos 2009 Cuma
Bu elbiseden yapalım
Haifa's Monte Carlo Concert: Zuhair Murad
Arkadaşım Cavide'nin bizim için hazırladıkları
20 Ağustos 2009 Perşembe
Erkek gömleğinden mini elbise
Beni kutlamalısın, sigarayı bıraktım.
Bugün sigarayı bırakalı 1,5 ay olmuş...
19 Ağustos 2009 Çarşamba
Şeffaf Taşlı Yüzükler
18 Ağustos 2009 Salı
Cemil İpekçi ne yapsın?
Mevzu da malum işte, Cemil İpekçi nişanlanmış mı ne, öyle bi şey. Yahu burada garipsenecek bi şey yok. Cemil İpekçi zaten bundan iki yıl kadar önce "Muhafazakar eşcinselim" demiş idi. Nişanlılık müessesesi de gayet muhafazakar bi şey. Nedir şimdi buradaki mesele??
Ayrıca,
eşcinselliği sapıklık falan diye yaftalamaya kalkanlara, insanların cinsel yönelimlerine, paşa gönüllerinin keyiflerine karışmaya kalkanlara bi şey söylemek istiyorum şu vakitte: Size ne??
Hakikaten yahu size ne? Cemil İpekçi ya da herhangi bir eşcinsel, sizden icazet mi alacak kafasına göre yaşamak için? Yani sizin kafalarınız, onların kafasından daha mı iyi basıyor bu fani alem işlerine? Size ne kardeşim elalemin ne halt yediğinden? Hayır bir de biri çıkıp "sapıklık" falan demiş. Hiç sapıklık görmesek yiyeceğiz biz de! Dedeler torunları yaşındaki kızlara halleniyor bi b.k olmuyor bu memlekette, hatta el kadar çocuk için taciz ruhen hiçbir iz bırakmamıştır, etkilememiştir falan diye kapı gibi rapor bile verilebiliyor bi şekilde.. Tabii sonra yanlış hesap bağdat'tan dönüyor falan ama, aması malum işte, gördük, izledik hepimiz. Ha amaa, kazık kadar insanların kendi özgür iradeleri ile tercih edip yaşadıkları ilişkiler sapıklık oluyor. Hey maşallah!
Bak bi daha soruyorum efendi,
SİZE NE?
Temalı aşkları seviyorum!
Yahu mal mısın nesin be! Yani bu adam seni bilmem kaç yıllık muhabbetten sonra bi anda bırakmadı mı? Yani bu adam sana "ben karıma aşığım kızım, gel dediği anda giderim bunu böyle bil" demedi mi? Ben bilmiyordum ama o gece söylemişti Ayla bana. Meğer kaç zamandır bunu bile bile birlikte olmuş, öyle sevmiş.
Bi ara ben bunu kaş gözle çağırdım arka bahçeye, bi gel çiçek böcek bi şey gösterecem dedim. Ayla da biliyor tabii fena yapacam, ıyk mıyk bi şeyler geveledi, hiç yerinden kalkmaya niyeti yok haspamın. Sonunda kaldır kıçını gel diye çemkirince anladı ki gözüm hakikaten dönmüş, bıraktı salak herifi geldi arka tarafa.
- Napıyosun len? dedim.
- İyi işte nolsun? dedi.
- Ayla seni fena yaparım delirtme beni! dedim.
- Hiç bi şey deme. Öyle işte.. dedi.
- Bu gider yine biliyosun di mi? dedim.
- Biliyorum s.. et! dedi.
- Gel bari burada ağla manyak. dedim.
Şimdi ben buradan bütün gerizekalı aşıklara sormak istiyorum: Aşk bu mu lan? Bu mu?
Adam eski karısına aşık. Yani ona sorarsan öyle. Kadın bunu maymun etmiş. Gel diyor gidiyor, git diyor peki aşkım diyor. Sonra bekliyor ki kadın bunu yine çağırsın. Marazi bir his. Aşk falan değil bence. Ayla'ya da bi b.k hissettiği yok. Çizilen egosuna merhem olmuş, mevzu bu. Ayla bunu harbiden pamuklara sarmış sarmalamış. Her daim sıcak bir kucak, sevgi, ilgi.
Eski eş bence hayatı kafasına göre yaşıyor ama yedekli yaşıyor. Boşadığı adamı hayatında hep tutuyor. Onun ilgisine, tutkusuna alışmış. Yani ben adım gibi eminim ki, adam bu çağırdığında bi kerecik olsun hayır! desin, nevri döner bu kadının. Beyni döner. Bütün dengesi hayat pratiği falan ne var ne yoksa bozulur. Sudan çıkmış balığa döner. Yedeğinin sağlam olmasına alışmış çünkü. Gel diyor adam ayaklarının dibine kıvrılıyor. Sonra sıkılıyor bi şekilde, hade kış diyor yolluyor kapı dışarı. Bunu adına aşk diyeni de ben koyuyorum kapının önüne. Gelmeyin bana ama bu da bi şekil aşktır falan diye.
Ayla desen.. Evet bu hikayedeki mal da benim arkadaşım işte. Aşıkmış manyak. Ne tükenmez bi aşksa artık. Bak şimdi bunu tarihe not olsun diye yazıyorum: Ayla bilse ki bu adam bir daha eski eşi çağırsa bile gitmeyecek, dizinin dibinden ayrılmacak, aşk falan kalmaz ortada. Kalmaz, hikaye olur.
Temalı aşkları seviyor o da benim gibi.. Mevzu bu:)
Dünkü konu çok uzun, bi ton şey var. Sonra anlatırım, kafam iki teke emanet şimdi..
Straplez
Bunun için ya kendiniz dikeceksiniz, ya terziye diktireceksiniz, yada bir şekilde kesip biçip süsleyeceksiniz...
17 Ağustos 2009 Pazartesi
Yüzük kutusu
16 Ağustos 2009 Pazar
On yıl önce ve şimdi
Ne derdi annesi? “Düşersin yavrum, sıkı tutun.”
Keşke daha sıkı tutunsaydı şu zincirlere, bak düşmüştü işte. Hem de ne düşme! Öyle canı yandı ki, “anneeee” bile diyemedi.”
Depremin olduğu günlerde yazdığım bir öykü: “Yayındasın”
Öykünün girişinden aldım bu cümleleri. Bir çocuğun ve bir habercinin gözüyle yazmışım, ne garip. Oysa bizim o zamanki programımız haber içerikli değildi, kendi halinde bir kadın programıydı.
Önce biraz program ekiplerinin nasıl çalıştıklarından söz etmek istiyorum. İç yapımlar olarak adlandırılıyoruz ve kesinlikle benim çalıştığım tv kanalında adam yerine konulmuyoruz. Dış yapımlar, haber ve spor programları çok daha önemli oluyor haliyle. Bize ayrılan bütçe, arada bir dekorlara evden eşya götürecek kadar vahim bir durumda. Her hafta ekibe bir kameraman veriliyor ve çekim için eğer çok ağlarsak haftada üç gün izin alabiliyoruz. Montaj setleri için de aynı şey söz konusu. Ya sabahın köründe set alabiliyoruz ya da gece yarısından sonra. Gün içinde bize ayrılan saatlerde programın bantlarının montajını yapmak olacak şey değil. Her hafta en az on bant hazırlamamız gerekiyor falan falan. Durum bu ve söylenerek geçirecek tek bir dakika bile yok. Elde olanla yapıyoruz ne yapacaksak. İzleyenlerin üç dakikada tükettikleri bu bantlar, bizim için saatler boyu çalışmak demek. Ve biliyoruz ki, o seyirden akılda hiçbir şey kalmayacak. İster lösemili çocuklarla ilgili bir bölüm hazırlayalım ve ben zırıl zırıl ağlayarak kurgusunu yapayım, ister deprem, ister yemek tarifi ya da ayak sağlığı. Hiçbir şey değişmiyor.
Deprem bölgesine çekime giderken en çok istediğimiz şey iyi bir kameramandı. Ve şansımıza o hafta bizim ekiple çalışan kameraman ciddi iyi bir kameramandı, tabii canı isterse. İşi severse döktüren ama sevmediğinde o kamerayı kafasında paralayacağınız abukluklar yapan, çok iyi bir kameraman. Deprem yıkımının sevilecek bir yanı yok değil mi? Ama bir kameraman için bulunmaz bir hazine ve bizler için de. Utanarak öğrendiğim şeylerin başında bu geliyor ne yazık ki. Yaralılar, ağlayan çocuklar, yakınlarını arayan insanlar, tozun toprağın içinde kalmış bir oyuncak, fotoğraflar.. ve korkuyla bakan, boş bakan, bakmayan gözler. Bunlar çekmek için gittiğimiz şeyler, ve, birlikte gittiğimiz ekip arkadaşımdan hiç unutmayacağım bir söz: “Yav şimdi bi deprem daha olsa, neler çıkarırız biz buradan!”
Günlerce çekim yaptık, sabah gittik gece döndük. Metinler yazıldı, kurgular yapıldı. Programa çağrılacak konuklar belirlendi. Sağlık, sosyal yardım, barınma. Hemen her konuda söz söyleyecek bir konuğumuz vardı. Ama iş o noktaya gelene kadar yapılacak da çok şey vardı.
Gece montaj setlerinden birine kapanıp kendi halimizde kurgu yaparken, montaj katını işgal eden habercilerin hengamesini dinlerdik. Kanalın o zamanki ana haber sunucusu olan zat, benim bildiğim ilk defa montaj katını şereflendiriyordu. "Bana ağlayan çocuk görüntüsü bulun! Ya da kadın!"
Peşinde deli gibi çaresiz dolanan habercilere bağırışları eşliğinde, biz kendi setimizde, elimizde tam onun istediği görüntülerle işimizi yapıyorduk. Kapıyı iki kere kilitleyerek. Aslında böyle zamanlarda bizi adamdan saymamaları çok hoşumuza gidiyordu.
Habercilerden bir farkımız yoktu ki. Biz de “iyi televizyoncu” olarak, izleyenleri ağlatmaya çalışıyorduk öncelikle. Ortada bir trajedi vardı ve bizler de yenilerini üretiyorduk, bir daha bir daha. Seçtiğimiz müziklerle, yazdığımız metinlerle. Ama bu iş, böyle bir işti. Eğitimini görürken bize anlatılanlardan farklıydı. Düşünüp, tartışıp, fikir ürettiğimiz “böyle yapılmalı, daha ‘etik’ olur mirim” dediğimiz ne varsa, tatlı bir düş gibi bizi sadece rahatlatan anılara dönüşüyordu. Çünkü “izlenme oranı” bilinen en etkili depremdi.
“Nasılsın?” demeye çekineceğim, ya da ancak “nasılsın?” diyebileceğim yaralı insanlarla, annesini babasını kardeşini oyuncağını okulunu arkadaşını kaybetmiş çocuklarla röportaj yapmayı öğrendim. Elindeki fotoğrafı gördüğü herkese uzatıp ağlayarak kızını arayan bir kadına yardım edeceğime, kameranın karşısında şöyle şöyle durursa ışığı daha iyi alabileceğini söyledim. Aklımdan geçen neydi? Sadece iyi bir iş çıkarmak. Öğreniyordum..
Televizyonun bir yanı, hem de önemli bir yanı acıyla besleniyor. Her felaket onun için tadından yenmez bir enerji kaynağı oluyor. Ve ne yazık ki, izleyenler için de aynı şey geçerli. Başkalarının acıları, başkalarının dramları izleniyor. Hem de yüksek bir oranla. Ağladıkça açılan, ağladıkça şükreden ve ağladıkça yaşamı anlam kazanan bizleriz aslında. Bizler, kendi televizyoncularımızı yaratırken “ağlamak istiyorum” diyoruz.
Kadere bu kadar inanan başka bir millet var mıdır acaba? Bugün, on yıl sonra bugün, şu an bile ağlamaya programlıyız. O yüzden anamızı ağlatıyorlar, sesimiz çıkmıyor. O yüzden inandığımız bir şeyi, aklımızla yok etmek istemiyoruz. Akıl kullanıldığında, kader yok olacak çünkü. Neye ağlayacağız?
Faydalı Taşlar
PSİKOLOJİK ETKİLERİ
Nazara karşı etkilidir.
Kaygıyı teskin eder.
Cinsel cazibeyi ve kadınlık özelliklerini artırır.
Taki olarak, hergün kullanilabilecek bir taştır. Özellikle gümüş içine gömüldügünde etkisi artar ve dengeyi sağlar.
Kendisini taşiyan kişilerin iyileştirici güçlerini artırır ve bilgeliklerini artırmalarına yardımcı olur.
Kederli insanların kederlerını gidermede, ya da bir olayın şokunu yaşayan kişileri o halden kurtarmada faydalıdır. Onlara, bu durumdaki kişilerin ihtiyacı olan huzur duygusunu verir.
FİZİKSEL ETKİLERİ
Tansiyonu düzenler ve kalp hastalıklarına iyi gelir.
Sindirim sorunları için; kemer tokası, bileklik ya da yüzük olarak kullanılabilir.
Sertlik derecesi:5 - 6
Kim. yapisi:-
Özgül agirligi:2,7
Unsuru:Hava, Toprak
Çakra:Kalp, Timüs bez
PSİKOLOJİK ETKİLERİ
Tedavi edici nitelikleri en yogun taşlardan olan kuvarslar; beyin fonksiyonlarını uyarır. Kişsinin çevresinde oluşan negatif enerjiyi yokeder ve pozitif enerjiyi toplar.
Tene temas ettirilerek kıyafet altında taşındığı takdirde, kişiyi diğer insanların negatif enerjilerinden korur. (Pozitif insanlar arasinda iseniz kristalinizi görünür şekilde takın. Böylece etrafınızdaki insanların pozitif enerjilerini kendi içinde toplar.) Dikkat edilecek husus; eğer kristalinizi çok uzun süre kullandıysanız enerjisi tükenebilir. Toplamış olduğu negatif enerjiyi gerisin geri size aktarmaya başlayabilir. (Bunu baş ağrısı, mide bulantısı şeklinde hissedersiniz.) Bu durumda kristalinizi tekrar kullanabilmek için yıkayarak, ya da bir gece topraga gömerek temizlemeniz gerekir. Kristalinizi bir ametistin yanına bırakmanız da temizlenmesini sağlar. Bunun için iki kristal alıp, birisi temizlenirken diğerini kullanmaya devam edebilirsiniz.
Pembe kuvarslar (Rose Quartz) kişinin kendisiyle barışık olmasını ve kendisini kabullenmesini sağlar. Özgüven duygusunu güçlendirir. Kişinin endişelerinden kurtulup yaşama sevinci duyması için güç verir. Çevresindeki güzelliklere karşı duyarlılıgını artırarak ümitsizlik ve kötümserlik duygularını yokeder. Yatıştırıcı etkisi ile kalbi rahatlatır ve duygusal acıların çabuk geçmesini sağlar. Alkolikler için de ayrica tavsiye edilen bir taştır.
Rutil kuvarslar, sıkıntılı bir günün getirdigi olumsuz duygu ve düsüncelerin çözümlenerek uzaklaştırılmasını sağlar. Zihin açıklığı ve özgürlük duygusu verir. Gerilimlerin çözümlenerek yokedilmesine yardım eder.
Dumanlı kuvarslar, duyguları güçlendirir. Başarısızlık korkusunun yenilmesini sağlar.
FİZİKSEL ETKİLERİ
Zihinsel konsantrasyonu kuvvetlendirir.
Cep telefonu, telsiz ve bilgisayarlardan yayılan radyasyonu toplar.
Not: Hangi amaçla kullanılırsa kullanılsın, yeni satın aldığınız bir kristali kullanmadan önce mutlaka bir gece toprağa gömerek negatif enerjilerden temizleyin ve ondan sonra kullanmaya başlayın. Kristaller, onun enerjisine alışkın olmayanlarda ilk başlarda başağrısına sebep olabilir. Böyle bir durumda kristalinizi çıkarın. Ancak enerjisine alıştığınızda sürekli olarak kristal takabilirsiniz.
Temizlediğiniz bir kristale başka insanların dokunmalarına izin vermeyin.
Sertlik derecesi:7
Kim. yapısı:SiO2
Özgül ağırlıgı:2,65
PSİKOLOJİK ETKİLERİ
Yaşamın bir yük olduğunu düşündüğünüz ve sorumluluklar altında ezildiğinizi hissettiğiniz anlarda, şifa yüklü enerjisiyle sizi canlandırır.
Yaşamın güzel yanlarını farketmenizi ve böylece içinizin neşeyle dolmasını sağlar.
Günlük olağan yaşantınızla, zihinsel ve ruhsal gelişiminiz arasındaki dengenin kurulmasını sağlar.
Para getiren bir taş olduğu düşünülür ve bu amaçla kasalara koyulur.
Takıntılara karşı iyi gelir.
FİZİKSEL ETKİLERİ
Soğuk algınlığı, astım, guatr, bronşit ve alerji tedavisi için boyun bölgesinde kullanılır.
Boğaz ve tiroid enfeksiyonlarını tedavide diğer taşlardan üstündür.
Sol elde oynandığında bedenin elektiriğini toplar. Elektrik yükünü azalttığı için depresyona karşı da faydalıdır.
Ağrıyan yerlere koyuldugunda ağrıları hafifletir. Kullanılan kehribarın, ağrıyan yerin büyüklüğü kadar olması etkisini güçlendirir.
Sertlik derecesi:2 - 2,5
Kim. yapısı:C10H16O, Süksinik asit
Özgül ağırlıgı:0,96 - 1
Unsuru:Hava
Çakra:Kök, Alt karın, Güneş sınırağı
Menekşe ya da mor renkli olan kuvars kristali. Mor yakut ya da mor necef de denir.
PSİKOLOJİK ETKİLERİ:
Bulunduğu çevredeki olumsuz enerjileri temizleyip dönüştürür. Sadece odanın herhangi bir yerinde durması bile olumsuz enerjileri toplayıp pozitif enerjiye dönüştürmesi için yeterlidir.
Kişiyi rahatsız eden takınaklı düşünceleri uzaklaştırıcı ve yatıştırıcı bir etkiye sahiptir. Koyu mor ya da çok açık renkli olan ametistler en güçlü enerjiye sahip olan ametistlerdir.
Uykusuzluk çekenlere iyi gelir. Eğer uykusuzluk sorunu yaşıyorsanız; ametisti yatmadan önce bir süre elinizde tutun ve sonra yastığınızın altına koyarak yatın. Sorununuzun nasıl düzeldiğini göreceksiniz.
Enerji dolu bir taş olduğu için çoğu insan üzerinde canlandırıcı bir etkisi vardır. Sürekli üzerinizde taşıyabileceğiniz bir taştır. Yaydığı enerji her zaman size fayda sağlar ve olumsuzluklardan korur. Özellikle düşman tavırlı insanların arasında bulunacağınız zamanlarda bu taşı üzerinizde bulundurmaya gayret edin. Böylece sadece pozitif enerji alacağınızdan emin olabilirsiniz.
Enerjisinin odaklandığı kişide uyum ve denge oluşturur. Yaydığı enerji doğrudan sinir sistemini etkiler. Ancak ciddi bir kişilik bozukluğuna sahip insanlar bu enerjiyle uyuşamayarak, onu rahatsız edici bulabilir.
Pembe kuvars ile birlikte kullanıldığında aklı güçlendirir ve kalbi korur.
FİZİKSEL ETKİLERİ:
Göz hastalıklarına, alerjiye, baş ağrılarına ve kalp rahatsızlıklarına iyi gelir.
Negatif elektrik yükü taşıdığından dolayı; bedendeki fazla elektrik yükünü toplayarak beyin gücünü yükseltir.
Unsuru: Hava
Çakra: Taç, Timüs bezi, Üçüncü göz
Yeşim Taşı : Genelde yeşil olarak bulunur. Sarı, beyaz, kahverengi, siyah, kırmızı ya da beyaz lekeli yeşil renklerde de olabilir.
PSİKOLOJİK ETKİLERİ
Kişiyi duyguların tutsaklığından kurtararak görüşünü netleştirir.
Aşırıya kaçan duygusallıkları dengeler.
Zihinsel odaklanmayı gerektiren çalısmalarda yardımcı olur.
Içiniz korku ve endişeyle dolduğunda huzur ve güven verir. Kişinin kendini zayıf ve güçsüz hissettiği anlarda yeşimi kalbinin üzerine koyması içini rahatlatır.
Elde tutulduğunda ısınarak rahatlatıcı bir his verir.
Kendisini taşıyan kişilere akıl, cesaret ve adalet duyguları verir. Kazanılan başarının sonucunda insanın içinde doğabilecek olan kibir duygusunu engeller.
Günlük kullanım için çok uygun bir taştır. Dengeli ve iyileştirici olan yeşil rengin etkisine sahiptir. Mücevher olarak özellikle konuşmacılar ve ögretmenler tarafından kullanılabilir.
FİZİKSEL ETKİLERİ
Pisliklerin bedenden atılmasını sağlar.
Diş problemleri ve ağrılarında faydalıdır. Ağzın içine yerleştirilen yuvarlak biçimli bir yeşim taşı, dişin yanında durur ve konuşulduğunda diş için rahatlatıcı etkisi olan titreşimler yayar.
Sertlik derecesi:6,5 - 7
Kim. yapisi:-
Özgül agirligi:-
Unsuru:Toprak, Hava
Çakra:Güneş sinirağı, Kalp, Üçüncü göz
Zuhair murad
15 Ağustos 2009 Cumartesi
Bikini Üstü
Rahat bırakın karınızı!
Yok bu sefer madde falan yazmayacam, kafam karışıyor valla. Aklıma geldiği gibi yazıp bitirmeyi düşünüyorum, kolay gelsin bana..
Önce şu yatak odası faslında bi şeyler daha söyleyecem. Efenim bugün Ayşe Arman'a gelen mektuptan da anlıyoruz ki, bazı evliliklerde seks mazi olmuş. Hani o fıkradaki gibi bi şey olmuş: "Biz eskiden bi şey yapardık ama ne?" Fakat bu evliler daha hayatlarının baharında unutmuşlar seksi. O mektubun devamında ilginç bi şeyler daha söylüyor yazan hanım. Mealen diyor ki: "Erkekler evlendikten sonra seksten kaçıyor. Kadınlar uğraşıyor biraz daha, ama hep ilk başlatan olmaktan sıkılıyorlar bir süre sonra. Boşverip bırakıyorlar."
Ee? Peki bu ne demek oluyor böyle? Ha bir de şu var, bu evliler birbirlerine aşık olup kafalarına göre evlenen insanlar. Yani benim de hakkında ahkam kestiğim evlilik modelinin insanları. Bak çok yakın bir örnek verecem şimdi, benim çok bi yakın arkadaşım eşinden iki yıldan sonra boşandı. Görünürdeki sebep: Şiddetli geçimsizlik. İşin aslı: Adam ev pandasına dönüştü bir yılda. Öyle bi rahatladı, kanepe erkeği oldu. Hem de genç yaşında. Hadi bu uç bir örnek olsun ama evliliğin ilk yılında olmasa bile, beş yıl içinde eşinden çok, koltuğuna sarılan pufuduk koca modeline evriliyor çoğu erkek. Ha tabii bu örnekler hakikaten vah vah örnekler. Benim ilk bölümde söylediğim başka bi şeydi, o konuyu iyi çalışmak lazım:)
Şimdi bence en önemlisi şu: Eşlerinizi bi rahat bırakkın yav! Bırakın bir arka bahçeleri olsun. Göbeğiniz birlikte kesilmedi, attığı her adımı bilmeniz gerekmiyor. Kendine ait bir dünyası olsun, iki dakka özünüze güvenin oğlum ne yani bu baba tavırları? Ha bak onu da diyecem, babası değilsiniz, o da sizin anneniz değil. Ya bi dakka kızma, dinle bi. Bak diyorum ki, bizim memlekette insanların "sevgili" deneyimi yok. hakikaten yok. Bizim bildiğim şey: Aile! Modelimiz de aileler oluyor malum. Yani birbirine ayılıp bayılan iki insan birlikte takılsın, sevişsin, yaşasın, gezsin eğlensin ağlasın gülsün falan, bunları pek bilmiyoruz. Bizim adına aşk dediğimiz şey zaten kahır bela bi şey. Adına birliktelik dediğimiz şey de, evlilik amacıyla geçirilen bir süre. Ki bu sürenin önemli bir kısmında da yine sözdü, nişandı falan derken takıyoruz halkaları.
Böyle olunca da nooluyo anacım? Hadi bi söyleyin ne oluyor? Yani bildiğimiz model aile, amaç aile, sonuç aile! Bildiğimiz modeller baba ve anne. Erkekler önce karılarının babası oluyorlar. Kadınlar da annesi. Biri koruyup gözetiyor, diğeri yedirip temizliyor. Birbirlerini de seviyorlar bu arada falan ama işte sonunda kardeş kardeş oturmaya başlıyorlar, ay noldu bize diye.
Nerden geldim yav ben buraya? Rahat bırakmaktandı di mi? Yani sen eşinin arkadaşı, sevgilisi olursan, kendini böyle aile babası moduna sokmazsan, kadını da rahat bırakırsın şekerim. Her bi haltını kıskanma, her bi şeyine karışma, rahat bırak kadını, rahat! Korkma kaçmaz bi yere. Asıl her nevi boğazına bindikçe daralıyo o kadın. Kaçıp kurtulmak istiyor.
Ay daraldım, bi şey söylemek istiyorum! Şimdi bu ömür denilen şey garip bi şey. Şuydu buydu derken geçen yüz yıllara göre bayağı bi uzadı bu. Ben diyorum ki, misal ömrümüz çıkmış kemiksiz 100 yıla! Ya da daha fazlasına. Olur yakında. Biz belki görmeyiz ama çocuklarımız görür bu gidişle. Peki bu çocuklar misal 25-30 yaşlarında evlenip, kalan ömürlerini (misal bi 75-80 yılı) bir insan evladıyla mı geçirecek? Evlendi ya çünkü? Bak söylüyorum açık açık: Soyumuz kurur! Sağlıklı, uzun ömürlü, modern insanın soyu kurur.
Şuraya geliyorum: Bu evlilik kurumunun bir ayağı çukurda:) Neyse yahu onu da çocuklarımız düşünsün günü geldiğinde. Biz ara geçiş canlıları olarak birbirimizi daratmayalım bari, bi onu diyorum, bir de çocuklarımızı rahat bırakalım asıl! Arkadaş olmayı, sevgili olmayı öğrensinler bi güzel. Hayır nasıl olacaksa, ben de ne diyorum! El ele tutuşan gençlere bile çemkiren iyi aile babaları, namusluu aile kadınları var bu memlekette. Çekip öldüreni var evladını, kardeşini. Yok ben bu derin mevzulara girmeyecem, kafam basmıyor sinir yapıyor bende, o bakımdan.
İlla da not: Derdi tasası koca bulmak olan kızların hastasıyım. İlgilenecem ayrıca..