Diyelim hava berbat, trafik berbat bile değil. Köprünün üstünde zaman donmuş, altından çağlar geçip gidiyor. İstersen izin ver saatlerce canın sıkılsın, sinirlerin bozulsun, ayağın kolun boynun uyuşsun. Ya da boşver ve İstanbul'a bir bak.
Ben çok yaptım bunu. Önceleri öylesine can sıkıntısından. Yer bulmaca oyunu icat ettim bi ara. Bak dedim burası Fındıklı, akademi. Buradan Beşiktaş'a yürürdük, hatta sonra ta Ortaköy'e. O zamanlar daha Ortaköy düzenleme kurbanı olmamış, Fındıklı parkı gibi dağınık. Onu da düzenlemişlerdi bi ara değil mi?
Kız kulesi'ni nereden baksan görürsün, ama Salacak sahilinde anıların izini sürmek zor iş. Göz kararı nostalji.
On yıl Ataköy'de yaşadım. İstanbul benim için sahil yolunda başlardı, özlerdim. Oysa çocukken her yer İstanbul'du. Her yer, Taksim'e yaklaştıkça daha bir İstanbul olurdu. Aklımda nirengi noktası bir meydan vardı, bir de annemin götürdüğü tiyatrolar. Şimdi anlıyorum ki bana tiyatroyu ve Taksim'i sevdiren meğer annemmiş.
İstiklal'de kaldırım taşlarına sarhoşluğumu adayıp, gelene geçene kelime kelime bakıp, aman be istanbul! dediğim de oldu pek çok.
Aman be deyip gittiğim de.
Ama dönünce, tam köprüde iman ediyorum her defasında:Ben bu şehri seviyorum.
İstanbul'un her halini sevmekle birlikte, meydanlarının hastasıyım. Bu şehri eğer soluk alırken görmek istiyorsanız meydanlarına gidip, iki tur atın. Şehrin kalbi meydanında atıyor, o sesi dinlemek lazım. Her gün yolumuz bir meydandan geçse de çoğu zaman attığımız adımın farkına varmadan koşa koşa bir ucundan diğerine uçar gideriz. Akılda bin türlü düşünce dolanır durur, geçtiğimiz meydanı görmeyiz duymayız bile.
Benim dediğim bu değil elbette. Bir beş dakika mola verin diyorum, beş dakika meydanı dinleyin. Taşına, seyyarına, uçan kuşuna, arabasına, kokoşuna sarhoşuna bi bakın. O beş dakikada hiçbir şey hatırlanacak kadar görülmez zaten, sadece bakışlardan belleğe bir panorama kazınır, silüet olur "ahh istanbul" anılarına. Yıllar sonra bir sesle hatırlanır, bir "taze simiiytt!" nidasıyla geri gelir bakılan her insan, her meydan.
Şimdi şu eski fotoğrafa bakıyorum, yüz yıldan çok zaman olmuştur bu fotoğraf çekileli. Eminönü meydanının atlı arabalı, faytonlu hali. O öndeki iki tramvayı da atlar çekiyor. Dolmuşlar otobüsler gibi onlar da müşteri bekliyor bir yerlere götürmek için. Hatta kadınların bineceği tramvayın perdeleri bile kapalı.
Aslında değişen çok şey var..
Değişen çok şey var ama ne kadar zaman geçerse geçsin değişmeden kalan tek bir şey var: Şehre dair her şeyi, bıkıp usanmadan anlatan öğretmenler gibidir meydanları. Kaytarmadan, sessiz sakin bir dinlemek lazım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder