Farmville'de cinayet diye bi acayipliğe başlamıştım, devamını da bloga aktarmak istedim, belki sonra silerim sözlükten.. Ama bunun da devamı gelir mi nolur bilmiyorum.
İlk bölüm şurada efenim..
2.bölüm:
Suçüstü yakalanmışım gibi panik içinde tavşan Rüstem’e durumu açıklamaya çalıştım.
„Ben onu böyle buldum.. yani ölmüş buldum.. öldürmüşler sanki?“ dedim.
„Çekil yanından kadın!“ dedi.
Çekildim.
Neden bunu yaptığıma dair hiçbir fikrim yok. Şimdi bile durup o anı düşündüğümde kayda değer bi açıklama bulamıyorum. Bir tavşandan emir almayı alışkanlık haline getirecek kadar kafamı başka diyarlara emanet etmemiştim, ama o an.. o an sanki bana „çekil!“ diyen varlık bizim bıçkın tavşan Rüstem değildi de, hakikaten bambaşka bi varlıktı. Ya da saçma sapan bir halin içler acısı son bir yanıltma çabasıydı. Ve lakin gayet başarılı oldu bu hal. Çekilmekle kalmadım, daha sonra verdiği bütün emirlere harfiyen uyarak taa eve kadar peşinden yürüdüm. Sesiz de arkamızdan, yokmuş gibi geldi.
Ördeği göğsündeki kazığa dokunmadan alıp seranın karşısındaki atölyeye tezgahın üzerine yerleştirdik. Yaptığım her harekkette sanki gaipten sesler duyuyordum. Sanki Rüstem ve Sessiz’den başka birileri de beni gözlüyordu. Sanki ördeği böyle acımasızca öldüren her kimse, şimdi de bizi gözüne kestirmişti. Ya da malum, ben biraz kafayı yemiştim.
Eve vardığımızda Rüstem Sessiz’i kapının önünde nöbetçi diye bırakıp beni hızla içeriye soktu.
„Kapıları kontrol et ve hepsini kapat!“ dedi.
„Ya sanki biraz abartıyosun Rüstem?“ dedim.
„Sen dediğimi yap! Hemen!“ dedi.
Sizin de böyle sanki her şeyi havada asılı bir kameranın objektifinden gayet yansız ve dilsiz izlediğiniz bir anınız oldu mu? Hani kameraya bile hükmedemiyorsunuz da, sadece gözünüzü bi deliğe uydurmuş bakıp duruyorsunuz? Bunu söylüyorum çünkü eğer başınıza böyle bir kopuş hasarı gelmediyse, bi an önce getirin. insanın zihnini ona ebleh muamelesi yaparak açan bir hali var bu faaliyetin.
Zihnimin dağ gölleri gibi pırıldadığını hissettim, üstelik sanki bütün algılarım da sonuna kadar açılmıştı. Hatta varlığından haberdar olmadıklarım bile. İşte onlardan biri kulağımın üzerine tünemiş, bana “bu tavşana fazla güvenme!” diyordu. “Neden oradaydı ha? Neden seni takip etmişti? Neden ikisi birlikteydi? Neden sanki ne bulacağını biliyormuş gibi gayet soğukkanlı bi şekilde…”
“Tamam be tamam bi sus!” dedim geveze algıma.
“Bana laf yetiştirme, dediğimi yap!” dedi tavşan.
Ben de daha açıklama zahmetine girmedim yok sana söylemedim algımla konuşuyordum falan diye.
Kapıları pencereleri kapatıp çalışma odamdaki kanepeye yerleştim. Tavşan Rüstem de masanın üstüne çıkıp oturdu.
“Şimdi sana anlatacaklarımı sesini çıkarmadan, soru sormadan sonuna kadar dinle” dedi.
“Neler oluyor burada?” dedim gayet temkinli, gayet uslu.
“Ördek Samican’ın cesedini bulduğun için artık bazı şeyleri bilmen gerekiyor, aslında sana..”
“Samican ya! Evet hatırladım şimdi..”
Ördeğin nişandaki o heyecanlı hali gözümün önüne geldi. Adını bi türlü çıkaramamıştım ama şimdi tavşan Rüstem söyleyince, adıyla birlikte bütün anıları da geri gelmişti. Hatta nişanlandığı o kızı..
“Samican nişanlandığı gece kayboldu. Çiftlikte aramadığımız yer kalmadı, komşu çiftliklere bile sorduk ama bulamadık. Hatta belki satmışsınındır diye..”
“Hayır satmadım! Buranın kuralıdır zaten, gelen hep kalır.”
„Biliyorum heyecanlanma.. Ama aklımıza gelmedi değil. Durduk yere ortadan kaybolan çok hayvan oldu burada ama hepsi sonra geri geldiler. Hoş hiçbiri nereye gittiğini ne yaptığını hatırlamıyordu ama.. neyse işte, en azından hepsi geri döndü. Samican’a da aynı şey oldu sandık. Döner gelir sandık.„
„Peki ne oldu? Bu çitflikte benden habersiz neler dönmüş yav?
„Bi susarsan anlatacam! Soru yok bundan sonra..“
„..?“
Aslında kafamda sorudan çok başka bi şey yoktu. Sabır falan da yoktu ama tavşanı dinlemekten başka yapacak bi şey de yoktu şimdilik. Görünmez bir dinleyici kalabalığına takdim eder gibi elimi uzattım, ve tavşana „anlat o zaman“ dedim.
Ve bol miktarda şikayet dinledim! Neden çiftliğe panayır kurulmasına izin vermişim? Neden uzaydan gelenler dahil her önüme geleni çiftliğe buyur etmişim? Neden özellikle ördekleri o kadar serbest bırakmışım? Her yere girip çıktıklarından haberim yok muymuş? Herkesin bir ağılı, kümesi , çiti çubuğu varken neden ördek milletinin mutlak bir özgürlüğü varmış? Çiftlikte her yer onların eviymiş zaten! Kendimi tarlaya bağa bahçeye verdiğim için çiftlik hayvanlarının neler yaptıklarını, ne halde olduklarını falan umursamamışım! Tavşam Rüstem soluklanmak için durunca sabrımın sonuna geldiğimden olacak patladım!
„Bu muydu lan bana anlatacakların? Ördekler serbestmiş de, yok panayır gelmiş de..“
Sakinleştim birden, ayağa kalkıp masa doğru yürüdüm.
„Panayırla falan bi ilgisi olmasın sakın?? Sordunuz mu onlara?“
Evet, elbette sormuşlar. Ama panayırdakilerin verdiği cevap „ahahah“ gibi bi şey olmuş. Umurlarında bile değilmiş olan biten. Bi salak ördekle ne işleri olurmuş ki?
Tavşan Rüstem’in şikayet faslı bitince, masadan atlayıp az önce kalktığım kanepeye tırmandı ve bana dik dik bakmaya başladı.
„Yine ne oldu?“ dedim.
„Samican’ı kimin öldürdüğünü galiba biliyorum“ dedi.
„Kim??“ dedim heyecanla,
„İsmini falan bilmiyorum ama kuğu ailesinden biri olduğunu sanıyorum“ dedi.
„Yahu ne alakası var Rüstem? Kuğuların ne derdi olacak Sami’yle ördekle?“ dedim.
„Göl başı arazi anlaşmazlığı yüzünden olabilir“ dedi.
„Ahahahh“ dedim. Ne diyeceğimi bilemediğim için böyle sinir bozukluğu mağduru bi kahkaha çıkmıştı benden. Ama hiç iyi bişey olmamıştı bu, çünkü tavşan benim gülmemle birlikte çok fena sinirlenmişti. Yine aynı teraneye başladı: Ne kaz kafalı bi kadınmışım ben? Nasıl bu kadar yaşadığı yerin sorunlarından habersiz kalabilirmişim? Şu çiftlikte göl çevrelerine serbetçe yayılsınlar diye izin verdiğim kaç aile varmış? İşte bir ördekler, ki, bunlar sayı olarak hepsini geçermiş.. Bir de kuğular! Hani o çirkin ördekten bozma kurumlu hayvanlar! Bu ikisi birbirlerinin gözünü oyuyormuş yok burası bizim, hayır bizim diye. İşte cinayet sebebi de pekala bu olabilirmiş!
Eh.. Bir bakıma mantıklı görünüyordu ama, aklımın kesmediği bir ufak ayrıntı kalmıştı.
„Çiftlikte serbestçe gezinebilen bir aile daha var Rüstem“ dedim.
„…?“ dedi.
„Tavşanlar!“ dedim.
Anlamış da, anladığının hiçbir önemi yokmuş gibi suratıma baktı. Sanki bu söylediğim şey zerre anlam ifade etmiyordu, “ee noolmuş yani?” der gibiydi her bi hali.
Tam o sırada Sessiz olanca hızıyla içeriye girdi. Bana hiç bakmadan Rüstem’in karşısında durup “Geliyorlar!!” diye bağırdı.
Hangisine daha çok şaşıracağımı bilemediğimden, tepkisiz kalakaldım olduğum yerde. Şimdiye kadar hiç konuşmamış bir tavşanın dile gelmesine mi şaşırsaydım, yoksa verdiği habere mi?
“Kimler geliyor Sessiz?” dedim en sakin halimle…“
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder