Burada zaman saklanarak geçiyor, kuytularda sine sine köşe bucak kaça kaça geçiyor. Ortam her türlü dellenmeye müsait.
Sabah sivri biberleri toplarken aklıma Evrenin Sonundaki Restoran geldi. Meğer ben bu biberleri ve tam yanındaki yeşil domatesleri ve çaprazındaki hıyarı orası için topluyormuşum. Meğer oha tibaks elbisemin eteğine bin yıllık alışkanlığımla dolduruyormuşum zerzavatı, sonra sanki yedek bahçemin yan duvarı birden bire dalgananıp bulanmaya başlıyormuş ve ben de duvarın arkasını görmeye başlıyormuşum. Görmem gereken şey Nazlı teyzenin ödüllü bahçesi olmalıyken, olmuyormuş ve görülen şey, Evrenin Sonundaki Restoran’ın depo kapısı oluyormuş.
Eteğimde kozmik salata, etek belime dönmüş bağlanmış, hii tibakss elbisem bana küsmüş ama benim umurumda olmamış, koşup gidiyormuşum kapıya. Getirdiklerimi alıp beni yollamak istiyorlarmış ama ben ille de mutfağa kadar götürecem diye tutturuyormuşum. Taa nerelerden kalktım geldim ölürüm de içeri girmeden gitmem diyormuşum. Onlar da “sen zaten ölüsün” diyorlarmış. “hem de milyarlarca yıldır ölüsün şaşkın şey” diyorlarmış.
Hiç tınmıyormuşum anacım. Hiç! “Çok da tın” diyormuşum, sonra biraz işve yapıp, biraz da oovv tibaks elbisemin askısına kuş konduruyomuşum. Kuş meğer benim peşimden duvarı geçen erik ağacına aşık serçe oluyormuş. Diyormuş ki bu serçe: “Siz de ölüsünüz o zaman? Evrenin sonu gelmiş, her yer kıyamet. Canlı ne arar la kıyamette?”
Ama depo kapısı zebanisi de diyormuş ki: “Uzatma!”
Tam o sırada güneşten kaçıp su deposunun yanındaki kurumuş kirazın dallarına saklanan zaman, dalın aniden çıkan bi rüzgarla kırılmasıyla tepe üstü yere çakılıyormuş. Tepe sersemi oluyormuş ve gelip omuzuma tıptıplıyormuş. Sersem zaman! Uyandırıyormuş beni, sonra çeke çeke ımm tibaks elbisemin yandan sarkan eteğinin ucundan, çekip gidiyormuş.
Burada çoban salatası pek bi nefis oluyor, biberleri şaibeli:/
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder