Bu aralar yeni bir diziyi izlemeye başladım: Homeland. Emmy'de ödülleri toplayınca ne ki şimdi bu diye merak ettim ve başladım izlemeye. Beş bölüm bitti. Yeni sezon başlamış, bi şekilde arayı kapatmam gerekiyor ve lakin dizi ağır. Akışı kurgusu falan değil ağır olan, mevzu ağır. Şiddet ve cinsellik sansürsüz, ki, bu bir filmde ya da dizide en takdir ettiğim şey.. çünkü sağlam bir senaryoda kendine yer bulan her tür anlatım, en mükemmel görsel ifadeyi de hakeder diye düşünüyorum.
Bir dizi önerim daha var: Newsroom. Şimdi bizim kanallardan biri de vermeye başlamış ama kesip biçmişler mi diziyi ne yapmışlar bilmiyorum. Benim önerim, bu tür dizileri internet imkanlarıyla izlemek. Dizilerin konularına, yorumlarına vs girmek istemiyorum, sadece pek bi leziz olduklarını söylemekle yetineceğim, izleyin bence.
Aman da nasıl canım yazmak istiyor.. bu aralar galiba biraz da gündemden uzak kalmanın etkisiyle içimden pek bi şey yazmak gelmiyordu. Hani sanki mecburmuşum gibi gündem yazmaya.. artık nasıl bi kafaysa. Halbuki krem kutularının kapaklarına bile yazabilmeliyim. Yani onların hakkında yazabilmeliyim, yoksa durduk yere kapaklara yazıp delirdi sanki bu? payesi almam hoş olmaz.
Hoş olan şey, aklına estiği gibi yazabilmek. Burada çok sinir bozucu bir ironiyle karşı karşıyayız okuyucu. Gündem yazınca aklıma estiği gibi yazabiliyorum, çünkü bu gündem ile akıl pek yanyana gelemiyor. Ya da şöyle ifade edeyim, gündeme takılıp da akıl sağlığını korumak öyle göründüğü kadar kolay bi şey değil. Hal böyle olunca da yazmak çok keyifli. Evet, keyifli ve hoş. Ve şahane mükemmel, şükela! Ve lakin, sağlığa zararlı. Ne bileyim işte tüm tatlılar gibi, sigara gibi. Zevkli ama zararlı. Zararlı çünkü artık insanlar korkuyorlar. Bak bu kadar basit. Düşüncelerini söylemekten, düzemi, sistemi, iktidarı, güç sahibini eleştirmekten, karşı çıkmaktan korkuyorlar. Sansür her yerimizde, her yanımızda.. şimdi maalesef evimizde, ağzımızda, aklımızda.
Yalnız bi şey söyleyecem, yani eskiden internet yoktu, bilgiye ulaşım çok kısıtlıydı değil mi? Çeşitlilik yoktu, medya desen, televizyon devletin tekelinde, gazeteler ortalamacı, dış dünyayla bağlantı yok gibi bi şey vs. Kütüphanelere gidilirdi, piyasadaki kitaplar alınırdı falan ama, iki aykırı görüş okumak isteyen, istediğine kolay kolay ulaşamazdı.
Eğitim deseniz, resmi tarihin, miili bilmem neyin kalıplarına dökülmekle geçti gitti. Şimdi aynı şeyi kendi tarihlerini, ideolojilerini anlatmak isteyenler yapacak, ama bir parça şansımız varsa şayet, şimdinin çocukları istedikleri bilgilere, görüşlere bizlerden çok daha kolay ulaşacak. Tabii şans diyorum işte, mesele bu aslında. İşimiz şansa kaldı. şanslıysak, İran gibi internetimiz "milli"leştirilmez. Hayır İran'ı bilmem ama Kuzey Kore'den farkımız olsun istiyorum. Yıl olmuş 2012, benim korkuma bak.
Haklıyım ama.. Tek adamlar, büyük başkanlar, rakipsiz liderler ve hatta hazretlerden, Godot'yu bekler gibi kurtarıcı beklemekten bıkıp usanmadık mı? Aslında son malum kongrede bırakın bıkıp usanmayı, adeta hasretle beklediğimizi, tadına doyamadığımızı anladık ama olsun.. benim de 2 bin bilmem kaç hayallerim var. Sakin, sıradan bir demokrasi gibi. Tek adamların olmadığı, bir gelenin yerine halatlarla bağlanmadığı, kendini bulunmaz nimet sanmadığı ve sandırılmadığı.. falan filan.
O değil de, sizlere bir ara kırmızının faydalarını anlatmalıyım. Aslında renkler üzerine popülizme girip kafayı gözü ve kalan karizmayı yarmadan iki kelam etmek istiyorum. Du bakali nasıl olacak. Renkler derken aman noolur yok şu rengin anlamı şudur yok bunun faydası budur, hele hele, yok şu burcun rengi bilmem nedir gibi şeyler gelmesin aklınıza, çok fena darılırım.
Renkler deyince misal benim aklıma komşu galakside süzüm süzüm süzülen devasa bir kilim geliyor. Üzerinde beş ayrı tür yaşıyor misal, ve bunların da renkleri farklı farklı. Mesele şu ki, diyelim rengi mor olan canlılar, içinde mor olan bir desenin üzerinde yaşamıyor. Kırmızılar da öyle.. onların da yaşadığı desende kırmızı yok. Böyleyken böyle işte.
Renkler güzel şey lan.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder