Yalnızlığım keyfe keder. Canım nasıl istiyorsa öyle, bensiz adım atacak hali yok. Biraz tutuklu, biraz aşık. Topla gel diyor bana ama inan umrumda değil.
Yalnızlığım radyo dinliyor bu gece. Radyoda yalnızlık dinliyor. Elinde eski bir kalem, ucu çoktan kırılmış ama yazmaya çalışıyor inatla: Eski beni.
Yalnızlığım sehpa çiçeği Nurten'e küsmüş, hiçbir rengi istemiyor. Canı sıkkın, canı yalnız, içesi gelmiş. Artık iki teke emanet"
Mümkün olduğu kadar yalnız kalmak isteyen insanların ve bunu sağlamak için elinden geleni yapanların inzivanın bir adım ötesinde olduklarını düşünüyorum. Aslında bu devirde o bilindik anlamıyla inzivaya çekilmek pek olacak iş değil, ancak kıyısından köşesinden yanaşılabilir, pek de güzel olur.
Neden?
Ama bu 'neden?' sorusunun yanıtı, yalnızlığı çok sevenler için geçerli. Ya da yalnızlığı tercih edenlerin nedenleriyle çok ilintili.

Biraz da yaşla ilgilidir bu ruh hali. Eskilerin deyimiyle görmüş geçirmiştir. Bakar şöyle bir çevresine ve hep aynı şeyleri görmekten bıktığını, usandığını düşünür. Aynı duyguyu aynı yoğunlukta kaç kere yaşayabilir ki bir insan? Kaç kere aşık olur aynı arsız telaşla? Kaç kere ilk kavgasının gözüpekliğiyle dövüşür, kaç kere yıkılır bir insan? Kaç kere kaç ulaa.. neyse, konuyu sulandırmamak lazım... devam:
Aile, iş yaşamı, eş dost muhabbetleri, dağıttığı bir zaman dilimi, çoluk çocuk, sıfır kilometre sevdalar, beyaz sayfalar, acı, hüzün, karmaşa, sorumluluk.. ne varsa işte hayata dair bazen dibini görerek bazen tadımlık yaşanmış, geçmiş gitmiştir. Onca hengameden sonra yanına kalan eğer kendisiyse çok şanslıdır, çok!
Çevresinde çok değer verdiği insanlar olabilir. Hani sosyal anlamda yalnızlık gibi bir derdi, kaygısı yoktur. Onun derdi aslında kerameti kendinden menkul bir başka kafaya, kafalara uzun zaman tahammül edemeyecek hale gelmesidir ve inanın, bunun sevgisizlikle, bencillikle hiçbir alakası yoktur. Adam ya da kadın, artık mümkünse kafa dinlemek istemektedir.
Bir tarihte öğrenmiştim ama şimdi balık hafıza durumu malum, unuttum tam sayısını, bugüne kadar dünya üzerinde insan evladının yazdığı romanların, tiyatro oyunlarının, çektiği filmlerin vs.. yüz küsur sayıda teması varmış. Yani dön dolaş yüzden az fazla temada yazılıyor ne yazılacaksa, ne çekilecekse. E peki o kadar kitap, film neyin nesi? Şu oluyor ki, neyi anlattığın değil nasıl anlattığındır önemli olan! Evet mevzu bu... aynı şeyi, daha farklı nasıl anlatabilirsin?
Yaşam da buna benzer bir şey. Bilmem hangi ağacın dalından yere indiğimizden beri insan ırkının o kısa ömrü boyunca görüp tadabileceği, ben de yaşadım len! diyebileceği kaç durum var? Doğumla ölüm arasında geçen zamanı, bu gezegende yaşayıp da birbirinden aman da aman farklarla dolduran kaç insan var? Yiyorsun, içiyorsun, uyu kalk, aşık ol, bir işin olsun, iki yer gez, albüm düzenle, çiçek al, yetiştir, öfke, şiddet hatta gözün dönsün kıyım yap.. ama yapılmışı var zaten, fark nerede? Yaşamdaki fark da, nasıl yaptığında, neyi değil.
Gelelim yalnızlığı tercih eden insana. Bir sabah uyanır o insan misal, der ki: Ben kendimi bundan daha fazla, daha az ya da daha bilmem ne ifade edemem! Ben, ben gibi yaşadım. Ben oldum sonunda ve ben olarak kalmak istiyorum.. ee seviyorum da kendimi. Hey diğer insanlar! Bakın bu dünya! Buyurun sizin! Ben artık izliyorum. Ama bu izlemede öyle bel bel seyir hali yok, yanlış anlamayın. Duyarsızlık yok, sevgisizlik yok. Sadece, perde!
Peki ya asosyaller? : Sosyal yaşamdan elini ayağını "bile isteye" çekenler ve "huy bu" faslından sosyal yaşam kaçkını olanlar diye kabaca ikiye ayrılan insanlar.
Huyu böyleyse, yani doğum hediyesi mizacı gereği sessiz sakin hatta epeyce çekingense, asosyal olması onun özelliğidir.
Bile isteye asosyal olmayı seçenlerin ise bu seçimi yaparken ne düşündüğü, neleri göze aldığı ayrı bir mevzudur. Belki de şunu düşünmüşlerdir:
"Artık herkes sosyal yaşam fanatiği oldu. Her saatin, hatta her dakikanın nasıl geçeceği planlanıyor artık. 'Geçsin' diye uğraşılıyor sanki.. ve sanki, insanlar kendileriyle iki dakika başbaşa kalamayacak kadar bıkmışlar kendilerinden. Belki de 'neyle' karşılaşacaklarından korkuyorlar. Zordur ya hani kendine yetebilmek, o misal. Eğer sosyal yaşam denilen şey, hayatı yaşamak değil de ele tutuşturulan bir 'aktivite' reçetesi ile geçirmek, tüketmek ise, ben asosyal olmayı seçiyorum. Nasıl olsa kimsenin derdi olmayacaktır bu, çünkü kimsenin vakti yok."
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder