Genel Sağlık etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Genel Sağlık etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

16 Eylül 2013 Pazartesi

0

Kış mevsimi, uykumuzu nasıl etkiliyor?

Bu önerileri dikkate alarak, kış mevsiminde kaliteli bir uykuya sahip olabilirsiniz!

Malum kış mevsiminin soğuk günleri etkisindeyiz. Soğukluk bazılarında uyku yaptığı gibi geceler bazılarımız için uykusuz sabahlara kadar uzanıyor. Uykusuzluğunuzun sebepleri aşağıdakilerden biri olabilir. Kış mevsiminde kaliteli bir uyku için Georgia Üniversitesi, Amerikan Uyku Bilimleri Akademisi sözcüsü profesör Michael Decker'ın önerilerine dikkat edin!

Evi çok sıcak tutmak... 
Geceyi geçirmek için sıcak bir ev keyifli olabilir fakat sıcaklık uykunuzu kaçıran bir baş belası haline gelebilir. Bu konu hakkında Georgia Üniversitesi, Amerikan Uyku Bilimleri Akademisi sözcüsü profesör Michael Decker “Uyku sırasında vücudumuz, oda sıcaklığına uyum sağlıyor. Eğer vücut sıcaklığımızı düşürürsek, serin bir odada daha rahat uyuyabiliriz” diyor.

Mt. Sinai Tıp Merkezi ve Amerikan Pediatri Akademisi pediatristi Jennifer Trachtenberg, uyku için en uygun sıcaklığın 20 il 22 derece arasında olması gerektiğini söylüyor.

Evin çok soğuk olması...
İdeal bir uyku için odanızın çok sıcak olmaması kadar, çok soğuk olmaması da önemli. Her ne kadar gelecek faturayı düşünüyor olsanız da, titreme ve birbirine çarpan dişleriniz sizi uyutmaz. Tüm gece ayakta kalırsınız. En azından uyuyana kadar rahat edeceğiniz derecede ısı ayarı yapın.

Gün içerisinde yetersiz gün ışığı...
Uyarılmamızı ve dikkatli olmamızı sağlayan gün içerisinde aldığımız gün ışığıdır. Kış zamanlarında ise havalar erken karardığından ya da gün içinde karanlık bir hava olduğundan bu durum çalışanlar için çok zor. Yeterli derecede gün ışığı görmezsek, gün içerisinde kendimizi uykulu hissederiz. Michael Decker “Akşam olduğunda ise bedeninizin gün içinde yarı uykulu olduğu için yatağa gitmek istemeyecektir” diyor. Sabahları olabildiğince bulunduğumuz ortamda yeterli derecede gün ışığına maruz kalmamız gerektiğinin de altının çizen Decker, eğer bunu yapamıyorsanız, mutlaka bol ışıklı ortamda bulunmaya çalışın diyor. Geceleri ise olabildiğince illuminasyondan yani tv, laptop gibi elektrikli aletlerin ışıklarından kaçınmamız gerektiğini belirtiyor.

0

Makyaj Hileleriyle Cilt Lekelerinden Kurtulun

Cildinizdeki lekeleri makyaj hileleriyle kapatabilirsiniz. Kırmızı lekeleri yeşil, sarı lekeleri mor kalemle kapatın. Doğum lekelerine ise beyaz kalem sürün. Elbette fondöteninizi kullanmayı unutmayın!

Kadınların güzelliğini gölgeleyen cilt lekelerini silmede; dermatoloji doktorunun önerdiği medikal tedavinin yanı sıra makyaj hilelerinden de yararlanabilirsiniz! Yeşil renkte kapatıcı kalemle yüzünüzdeki kızarık bölgeleri, mor kalemle sarı lekeleri, pembe kalemle de doğum lekelerini gizleyebilirsiniz. Tabii fondöteni eklemeyi unutmadan!

Medical Park Göztepe Hastane Kompleksi Dermatoloji Uzmanı Dr. Can Cengiz ; kadınların güzelliğini gölgeleyen cilt lekeleriyle ilgili şu bilgileri verdi:

• Dermatoloji bölümüne muayeneye gelen hastaların üçte biri, cildinde hiperpigmentasyon (cildin belirli kısmının diğer bölgeden daha koyu olması) şikayetiyle gelir. Görünüş olarak rahatsız edici ve inatçı nitelikte olan bu lekeler, hastaların hayatını olumsuz etkiler. Ancak derinin biyolojisi ve hiperpigmentasyon nedenleri bilindiğinde neredeyse herkesi mutlu etmek mümkün olmaktadır.
• Leke, cildimize renk kazandıran melanin hücrelerinin fazla çalışmasından kaynaklanan bir sorundur. Öncelikle söylenmesi gereken, deriye rengini veren melaninin miktarı, kalitesi ve dağılımıdır. Deriye rengini veren melanin; derinin basal tabakasında bulunan melanosit hücrelerin içinde bulunan melanosomlar (pigment üretici makineler) tarafından üretilir.

Leke İçin Neden Çok!

• Cilt lekelerine neden olan melanin hücrelerinin fazla çalışması sorununa birçok faktör zemin hazırlayabilir. Kullanılan ilaçlar, sistemik hastalıklar, yanlış kozmetikler, genetik nedenler, yoğun güneşe maruz kalınması, hormonlar, bazı enfeksiyon hastalıkları ve dermatolojik hastalıklar lekeye neden olabilecek başlıca sebeplerdir.
• Dermatoloğa en sık gelen lekelenmeler şunlardır: 1- Melazma  (gebelik lekesi), 2-Solar lentigo (güneş lekesi), 3- Postinflamatuar hiperpigmentasyon, 4- Göz altı koyuluk (morluk).

13 Eylül 2013 Cuma

0

Günümüzde kadınları en tatmin eden şey nedir?

Avrupa'da yapılan bir araştırmaya göre 'formda kalmak' ve 'arkadaşları ile keyifli vakit geçirmek' kadınları en fazla mutlu eden sebeplerin başında yer alıyor.

Reebok Memnuniyet Anketi, 10 Avrupalı kadından 7’sinin en çok kendilerini ‘sağlıklı’ hissettiklerinde mutlu olduklarını göstermektedir.
Ankete katılan kadınların %83’ü fit olmanın onları hayatlarından daha fazla memnun kalmalarını sağlayacağına inanıyor.
Hollywood yıldızı Eva Mendes ve süper model Helena Christensen hayattaki kişisel mutluluklarını Reebok Memnuniyet Kampanyası için paylaştılar.

Günümüzün yoğun ve telaşlı yaşam şartlarının aksine, Reebok yaptığı yeni bir anketle, Avrupalı kadınlar arasında memnuniyet düzeyinin şaşırtıcı derecede yüksek olduğunu tespit etti. Hayatta küçük detaylar gibi görünen, arkadaşlarla keyifli vakit geçirmek %74 oranında memnuniyet getirirken temiz çarşaflı bir yatakta uyumak ise %65 oranında tatmin sağlıyor!

Bugün yayınlanan Reebok Memnuniyet Anketi, iyi bir cinsel yaşamın, bireyin kendini sağlıklı hissetmesinin ve fit olmanın kadınların kalbinde yatan ve onları en çok tatmin eden sebepler olduğunu ortaya çıkarttı.

Reebok Memnuniyet kampanyasını destekleyenler arasında, aynı zamanda EasyTone’un yüzleri olan ünlü aktrist Eva Mendes ve dünyaca ünlü süper model Helena Christensen de var. İki ünlü güzel, kampanya kapsamında ünlü fotoğrafçı Rankin’in çektiği resimler ve kısa filmler ile de tüm süreçte yer alıyorlar.

Avrupalı kadınların memnuniyet seviyelerini ve bu seviyeyi etkileyen faktörleri inceleyen Reebok Memnuniyet Anketi’ne iki haftalık bir süre içinde çeşitli Avrupa ülkelerinden 3,000’i aşkın kadın katıldı.

Anket sonuçlarına göre, kadınların pahalı mücevherler almak ve bir dizi ünlü partiye gitmekten çok; müzik dinlemek, temiz bir eve sahip olmak, çiçek almak, düşünmeden para harcamak gibi basit zevklerden daha fazla tatmin sağladıklarını gösterdi.

Dış görünüş ile ilgili sorularda ise, kadınların %66’sının fit bir vücudun önemli olduğu düşüncesinde birleştiklerini ortaya koyuyor. Araştırmaya katılan kadınların çoğu, büyük kalçalar yerine küçük kalçayı tercih ettiklerini, hatta büyük göğüslere sahip olmaktansa düz bir karın istediklerini söylüyor. Bu ankete göre yürüyüş yapmak; yüzme, koşma hatta dans sınıflarında fit olmaya çalışmaktan daha çok ilgi görüyor.

Eva Mendes için antrenman yapmak ve iyi görünmek memnuniyet kavramları listesinde en üst sırada yerini alıyor.  Egzersiz yaparak vücut şeklini korumuş olmanın verdiği tatmini bize anlatan Eva Mendes, vücudunu ve zihnini sağlıklı tutmanın ve fit olduğunu bilmenin harika bir duygu olduğunu da sözlerine ekliyor. Lanse edildiği ilk günden beri severek giydiği Reebok EasyTone’larının da bu memnuniyete katkı sağladığını paylaşıyor.

Helena Christensen ise kişisel tatminini hayattaki küçük zevklerde arayanlardan… Oğluyla vakit geçirmek, ona matematik ödevlerinde yardım etmek, kitap okumak, seyahat etmek, fotoğraf çekmek, antika biriktirmek, okyanus üzerinde gün doğumunu izlemek ve tabi ki yemek yemek onu memnun eden şeylerden bazıları. Helena, sevdiği yemeklerle, kıskanılacak bir vücuda sahip olmak için yaptığı antrenmanlar arasında denge sağlayarak bu tatmini yarattığını sözlerine ekliyor.

İşi gereği çok seyahat eden Helena, ailesi ve arkadaşlarıyla vakit geçirmenin onun için çok önemli olduğunu söylüyor. Reebok Memnuniyet Anketine katılan kadınların %64’ü de Helena Christensen ile aynı fikirde birleşiyor ve aileleri ile vakit geçirdikleri zamanlar kendilerini daha mutlu hissettiklerini söylüyorlar.

EasyTone kullanan kadınlardan, ayakkabılarını ne kadar sevdikleri ile ilgili çoğunlukla olumlu geri dönüşler aldıklarını söyleyen Reebok Women Fitness Manager Martina Jahrbacher, düzenli bir fitness programı ile birlikte kullanıldığı zaman EasyTone ürünlerinin kadınlara her anlamda ekstra fayda sağladığını belirtiyor. Günlük yürüyüş aktivitelerinde bile şık ve kadınsı görünmelerini sağlayan moda renkler ile tasarlanmış ürünler kadınlara kendilerini güzel hissetmelerini sağlamanın yanında fit bir görünüm kazandırarak ekstra güven veriyor.
0

Dr. Mehmet Öz kanseri önleme yollarını açıklıyor!

Dr. Öz  Dünya Kanser gününde kanseri önleme yolları hakkında önemli tavsiyeler veriyor.

Digiturk Home TV’de “Dr. Oz Show” programıyla hafta içi her gün 13.00 ve günün tekrarıyla 19.00’da izleyiciyle buluşan Dr. Mehmet Öz, Kanser Haftası nedeniyle hastalığın farklı türleri için öneriler sunuyor. Ailesinde kanser geçmişi olan kişilerin doktor kontrolleri ile gerekli testleri düzenli olarak yaptırmaları gerektiğini ve erken teşhisin çok önemli olduğunu belirten Dr Öz, vücuttaki yağ fazlalığının (obezite), kanser riskini %30 oranında arttıran etkenlerden biri olduğunu belirtiyor. Dr. Öz, yağın vücutta hormon üreten bir organ gibi kanseri tetikleyici özelliğe sahip olduğunu belirtiyor.

Karaciğer, prostat, kolon ve pankreas kanserlerinden korunmak için… 
Dr. Öz’ün önerilerine göre domates, içerdiği yüksek likopen sayesinde karaciğer ve prostat kanseri riskini azaltıyor. Araştırmalar yağ oranı yüksek gıdalar ya da ağırlıklı olarak kırmızı etle beslenen kişilerin prostat, kolon ve pankreas kanserine yakalanma risklerinin daha fazla olduğunu gösterirken; soya, nohut, mercimek ve fıstık gibi isoflavone içeren besinleri tüketmenin de prostat kanseri riskini düşürdüğünü işaret ediyor. Karaciğer kanserini önlemek için sigaradan ve pasif içicilikten uzak durmak gerekiyor. Ayrıca araba camlarını açık tutmak ve karayollarındaki hava kirliğini solumak da karaciğer kanserine sebep olabiliyor.

Dr. Öz yakın zamanda yapılan bir araştırmaya göre E vitamini (E 400IUs) desteği alanların da prostat kanserine yakalanma oranının daha yüksek olduğunu belirtiyor ve ekliyor “Beslenmenizde vitaminin önemi büyük, ancak özellikle erkeklere multivitamin seçimlerinde düşük E vitamini olanları tercih etmelerini öneriyorum”. Kolon kanserinin erken teşhisi için dışkıda kan olup olmadığını düzenli olarak kontrol etmek gerekiyor. Günlük aspirin tüketimi ve lif yönünden zengin besinler tüketmek kolon kanseriyle mücadeleye yardımcı oluyor. Pankreas kanserine yakalanma riskini azaltmak içinse yağlı kırmızı et ve işlenmiş etten uzak durmak gerekiyor. Akşam yemeklerinize kırmızı ve sarı sebzelerin eklenmesi de büyük önem taşıyor.

Meme, yumurtalık, mide ve cilt kanserlerini önlemenin yolları…
Dr. Öz balık yağı ve omega 3 asitleri (DHA ve EPA) ile günde 3 bardak yeşil çay içmenin meme kanserine yakalanma oranını düşürdüğünü belirtiyor. Haftada en az iki kez indole-3-carbiol maddesi içeren brokoli ve brüksel lahanasını tüketmeyi ihmal etmemek gerekiyor. Cilt kanseri riskini azaltmak için günde iki bardaktan fazla alkol tüketilmemesi, 10-15 dakikadan daha uzun süre güneşe maruz kalınmaması, ayrıca vücuttaki benlerin düzenli olarak kontrol ettirilmesi de önemli unsurlardan biri. Yumurtalık kanserinin erken teşhisi için; idrara çıkma sıklığı, abdomende oluşan ağrı gibi belirtilere dikkat etmek gerekiyor.

Beş yılı aşkın süre doğum kontrol hapı kullanan kadınlarda yumurtalık kanseri riski yüzde 50 civarında azalıyor. Çabuk doygunluk hissi, ani kilo kaybı, göğüs kafesi altında hissedilen mide rahatsızlığı mide kanseri belirtilerinin başında yer alıyor. Dr. Öz mide kanserini önlemek için salamura, füme ya da işlenmiş etlerden ve tuzlu, mayalı yiyeceklerden uzak durmak gerektiğini belirtiyor.

0

Cinsellik Yaşında Tehlikeli Düşüş!

Halen kesin tedavisi olmayan AIDS, ağırlıklı olarak cinsel yolla bulaşıyor. Resmi kayıtlara göre Türkiye'de 4 binin üzerinde kişiyi etkileyen bu hastalık, özellikle gençleri ve kadınları tehdit ediyor.

İnsan Bağışık Yetmezliği Virüsü (HIV), tanısının ilk kez konulduğu 1 Aralık 1981 yılından bu yana geçen 30 senede, dünya üzerinde 33 milyon insanda görüldü. Halen kesin tedavisi olmayan AIDS'ten etkilenen Türkiye'de kayıtlı hasta sayısı ise 4 bin 826.

Cinsel Sağlık Enstitüsü Derneği (CİSED) Genel Başkanı Dr. Cem Keçe, çoğunlukla cinsel yollardan bulaşan bu öldürücü hastalığın uzun vadeli etkilerini bertaraf etmeye yönelik halen tüm dünyada etkili ve organize bir strateji belirlenmemiş olduğuna dikkat çekti. Dr. Keçe şunları kaydetti:

"Tüm dünya için giderek önemli bir tehlikeye dönüşen AIDS, sadece bir hafta değil, devamlı ciddiye alınması gereken bir konudur. Çünkü AIDS hastalığının önlenebilmesi için yılda 10 milyar dolar harcanıyor. Bu rakam hastalığın yayılmasını önlemede ve bilgilendirmede kullanılsa hem insan sağlığı ve nesli korunmuş olacak hem de daha az maddi kaynak ayrılmış olacaktır."

"Cinsel İlişki Yaşı Düşüyor"

AIDS'in özellikle kadınları ve gençleri tehdit ettiğine dikkat çeken Dr. Keçe, CİSED tarafından 15-25 yaş arası bir 480 genç üzerinde yapılan araştırmalardan çıkan tehlikeli gerçeği açıkladı:

"'Cinsel yönden aktif misiniz?' sorusuna ankete katılan her 100 gençten 16′sı 'evet' yanıtını verdi. Cinselliğin yaşanma yaşının tüm dünyada olduğu gibi 18 yaşın altına Türkiye'de de düşmesi, başta AIDS olmak üzere cinsel yolla bulaşan hastalıkların daha hızlı yayılmasına yol açmaktadır. Bu nedenle CİSED olarak, cinsel eğitimin kademeli olarak anaokulundan itibaren biyolojik değişiklikler ortaya çıkmadan verilmeye başlanmasını tavsiye ediyoruz."

Korunmanın En Etkili Yolu; Prezervatif

Cinsel yolla bulaşan hastalıklardan korunmanın en etkin yolunun prezervatif kullanmak olduğunu vurgulayan Dr. Cem Keçe, şu açıklamalarda bulundu:

"Ayrıca her türlü enjeksiyon için yeni bir enjektör kullanılması ve asla enjektör paylaşılmaması da önemlidir. 'Düzenli bir doğum kontrol yöntemi kullanıyor musunuz?" sorusuna gençlerimizin yüzde 75′i 'hayır' yanıtı vermiştir. Bu tablo çok vahimdir.

'Neden düzenli bir doğum kontrol yöntemi kullanmıyorsunuz?' sorusuna ise gençlerimizin yüzde 35′i 'Gerek duymuyorum', yüzde 30′u 'Düzenli ve sık cinsel ilişki kurmuyorum', yüzde 15′i 'Gebe kalacağımı düşünmüyorum', yüzde 14′ü 'Partnerimin gebe kalacağını düşünmüyorum', yüzde 5′i 'Doğum kontrolüne inanmıyorum' ve yüzde 1′i de 'İnançlarıma aykırı' yanıtlarını verdi.

Cinsel sağlık ve cinsel eğitim, hayatımız boyunca öğrendiğimiz ve önemsenmesi gereken önemli bir süreç olmasına karşın, üniversitelerimizin Tıp Fakültelerince, Psikolojik Danışma ve Rehberlik vb. cinsel sağlık konusuyla ilgili eğitim veren diğer fakültelerince, Sağlık Bakanlığımızca, ailelerimizce, öğretmenlerimizce ve diğer eğitimcilerimizce üzerinde yeterince durulan bir konu maalesef olamamıştır. Tüm yetkililere bir kez daha sesleniyoruz: Cinsel eğitim şart."

10 Eylül 2013 Salı

0

Kanser korkutarak yayılıyor

/_np/5032/8875032.jpgKanserin gelişmekte olan ülkelerde verem, sıtma ve AIDS'ten daha fazla can aldığı bildirildi.

Çalışma grubu CanTreat International'ın Berlin'de düzenlenen Avrupa Medikal Onkoloji Topluluğu (ESMO) 34. kongresi dolayısıyla yayımladığı raporda, rahim kanserinden ölümlerin yüzde 85'inden fazlasının gelişmekte olan ülkelerde görüldüğü belirtildi.


Dünya genelinde kanser vakası sayısının 20 yılda iki katına çıkabileceğine dikkat çekilen raporda uzmanlar, kanserin verem, sıtma ve AIDS'ten daha fazla can aldığı gelişmekte olan ülkelerde vaka sayısının daha da artabileceği uyarısında bulundu.

Raporda, geçen yıl 12,4 milyon yeni 
vakanın yarısından fazlası ve 7,6 milyon kanserden ölümün üçte ikisinin gelişmekte olan ülkelerde tespit edildiği belirtildi.

Yoksul ülkelerde 2007'de rahim ağzı kanserinden 272 binden fazla kadının öldüğü, meme kanserinden ölümlerin de 1990'dan beri bu ülkelerde 10 kat hızlı arttığı kaydedilen raporda, 2007'de meme kanserinden ölümlerin yarısından fazlasının (255 bin 500) gelişmekte olan ülkelerde görüldüğüne dikkat çekildi.

Raporda, rahim ve meme kanserlerinin erken teşhisi ve tedavisi için kullanılan yöntemlerden birçok kadının yararlanamadığı belirtildi.
Hindistan'da her yıl teşhis edilen 75 bin meme kanserinden yüzde 50-70'inin ilerlemiş olduğu belirtilirken, bu nedenle hastanın tedavi edilmesinin daha zor ve tedavinin pahalı hale geldiği, oysa bu oranın Avrupa'da 38, ABD'de de 30'a indiği bildirildi.

Gelişmekte olan ülkelerde kadınların ortalama yüzde 19'unun rahim ağzı kanserinin teşhisinde kullanılan yöntemden yararlanabildiği, gelişmiş ülkelerde ise bu oranın 63 olduğu vurgulandı.

Raporda, yoksul ülkelerde daha basit, kırsal kesimde de uygulanabilecek ve herkese ulaştırılabilecek teşhis yöntemlerinin gerekliliğine işaret edildi.

Afrika'da hastaların sadece yüzde 20'sinin ışın tedavisi olabildiği, 30'dan fazla Afrika ve Asya ülkesinde ışın tedavisinin bulunmadığı belirtildi.

0

Modern zamanın metresleri

Teknoloji hayatın her alanına girdikçe evliliklerde de birçok sorunun kaynağı olabiliyor.

Prof. Dr. Arif Verimli teknolojik aletlerin “modern zaman metresleri” olarak değerlendirilebileceğini söylüyor. Prof. Dr. Verimli’ye göre; artık kadınların en büyük öfkesi erkeklerin saatlerce başından kalkmadan futbol oyunu oynadığı oyun konsollarına. 2003 senesinde Prof. Dr. Verimli kendisine gelen çiftlerin yüzde 27’sinde teknolojik aletlerin çiftlerin arasına önemli ölçüde girdiğini tespit ettiğini açıkladı.

Ayrıca sanal aldatmalar da evliliklerin çatırdamasına neden oluyor. Prof. Dr. Arif verimli teknolojinin evliliklere yansımasını hurriyet.com.tr’ye anlattı…

AYNI YATAKTA FARKLI DÜNYALARDA
 Prof. Dr. Verimli, teknolojinin eşler arasındaki önemli sorunlardan biri haline geldiğini söylüyor. Verimli’ye göre aynı yatakta çiftlerin iki ayrı telefonla ayrı şeylere bakmasıyla bile teknoloji iletişimi bozabiliyor ya da çiftleri birbirinden uzaklaştırabiliyor. Bu da erkek ya da kadın eş olma sorumluluklarını fazlaca sanal dünyaya kendilerini kaptırarak aksatmalarına neden oluyor. Bununla birlikte erkek bir araba sitesinde dolaşırken kadın alışveriş sitesinde dolaşmaktan hoşlanıyor olabilir. 
SANAL ALDATMA ALDATMA SAYILIR MI?
Gerçek hayatta asla aldatma eğilimi göstermeyen erkek ya da kadınlar sanal ortamın sanallığından cesaret alarak aldatabiliyor ve Prof. Dr. Arif Verimli bunun da kesinlikle bir aldatma sayıldığının altını çiziyor. Ancak Prof. Dr. Arif Verimli burada ilginç bir detaya da değiniyor; gerçek hayatta aldatmaya daha meyilli olan grup erkeklerken sanal ortamda erkekler sadece küçük bir farkla kadınların önüne geçiyor.
Prof. Dr. Verimli eşlerin bu durumu fark ettiğinde medeni bir biçimde boşanma yoluna gitmeleri gerektiğini söylüyor ve ekliyor; “Aslında aldatmanın sebebi olmaz bahanesi olur. Profesyonel anlamda bence aldatma ve şiddet olan bir evlilikte geri kalan her şey teferruattır. O evlilik bitirilmelidir. Ama aradaki sevgi ve bağlılık çok fazlaysa önce bir psikiyatrik profesyonel yardım almak gerekebilir.”
EN BÜYÜK SUÇ ALETİ OYUN KONSOLU
Sanal alemde yaşanan aldatmalar bir yana teknolojik aletlere ayrılan vakit de büyük sorunlardan biri. Prof. Dr. Verimli’ye göre; “Bu konudaki en büyük suç aleti oyun konsolları. Modern evlerde kadınların en büyük öfkesi bu cihazlara ayrılan vakit. Bu aletler modern zaman metresleri. Bilgisayar oyunları da önemli bir sorun. Pornografik içerikli sitelerin ziyaret edilmesi de önemli bir sorun. Erkekler açısından da kadınların alışveriş sitelerinde geçirdikleri vakit ve harcamaları ciddi sorunlara yol açabilir.”
NE YAPMALI?
Prof. Dr. Arif Verimli eğer teknolojik aletler kötü amaçla kullanılmıyorsa eşler birbirlerini zorlamamalı ve yönetmemeli. Hatta beraber kullanmaya çalışabilirler. Birbirlerine nefes alma ortamı sağlanması gerektiğine de değinen Prof. Dr. Verimli; “Bir taraf ilgi duymuyorsa da ilgi duyacağı bir sanal ortam mutlaka vardır. Paylaşım sağlanmalı. Çağımızın en gerekli ve en zevkli işlerinden biri olan teknolojik nimetlerini birlikte kullanırken eşlerin birbirleriyle chat yapması, mesajlaşması evliliklerine çok olumlu yansıyor. Hem birbirleri için bir şeyler yapıyorlar, hem de teknolojiden uzak kalmıyorlar. Birbirlerinin yüzüne karşı söyleyemediklerini de bu sanal ortamlarda açmaları ve tartışmaları sorunlarının çözümünde son derece etkili olmaktadır.”
0

Çocuklarda orta kulak iltihabı başarısını etkiliyor

Çocuklarda orta kulak boşluğunda biriken iltihabı sıvının okul başarısını etkileyen işitme azlığına neden olduğu belirtiliyor.

Yrd. Doç. Dr. Özmen Öztürk, özellikle çocuklarda görülen orta kulak iltihabının tedavi edilmediği taktirde, orta kulak boşluğunda biriken iltihabı sıvının okul başarısını etkileyen işitme azlığına neden olduğunu ve kulak zarında kalıcı değişikliklere neden olduğunu belirtiyor.

Özel İstanbul Medipol Hastanesi Kulak Burun Boğaz ve Baş-Boyun Cerrahisi Uzmanı Yrd. Doç. Dr. Özmen Öztürk, küçük büyük herkesi tehdit eden orta kulak iltihabının (otitis media) özellikle çocuklarda ciddi sorunlara yol açtığını söylüyor. İstatistiklerin 6 aylık oluncaya kadar her 4 bebekten birinin orta kulak iltihabı geçirdiğini ortaya koyduğunu belirten Yrd. Doç. Dr. Özmen Öztürk, orta kulak iltihabının mikroorganizmalara bağlı geliştiğini dile getiriyor.

Genellikle tek başına ortaya çıkan bir hastalık olmayan ortak kulak iltihabı, viral ya da bakteriyel nedenlerle orta kulağın iltihaplanması olarak görülüyor.

Orta kulak iltihabının en sık görülen belirtisinin ağrı olduğunu hatırlatan Yrd. Dr. Özmen Öztürk, şöyle devam ediyor: “Bunun dışında işitme azlığı, ateşlenme, beslenme güçlüğü ve huzursuzluk gibi şikayetler görülür. Kulaktaki enfeksiyonun etkenine ve yayılımına bağlı olarak bu temel belirtilere baş ağrısı, kulakta uğultu, denge bozuklukları, konuşmada gecikme şikayetleri eklenebilir. Eğer orta kulak yolunda biriken iltihap kulak zarını delerse kanlı ve iltihaplı akıntı dış kulak yoluna boşalır. Kulak zarı delinmesini takiben bu safhada ağrının azaldığı fark edilir. Seröz orta kulak iltihabında ise işitme azlığı ve kulakta basınç hissi tespit edilir.”

Çok küçük çocukların kulak ağrısını tam ifade edemeyebileceğini ifade eden Yrd. Dr. Özmen Öztürk,  “Bu nedenle ailelerin çocuklarını yakından gözlemlemesi gerekmektedir” diyor.

Orta kulak iltihapları genellikle çocukların son 10 gün içinde geçirdiği bir soğuk algınlığını takiben geliştiğini vurgulayan Yrd. Dr. Özmen Öztürk, tedavi edilmediği taktirde ortaya çıkabilecek komplikasyonlara ait belirtileri şöyle sıralıyor: “Orta kulak iltihabı sırasında nadir görülmekle birlikte beyin apsesi, menenjit, kulak arkası sahada abseler ve yüz felci geçirme riski mevcuttur. Bunlar çok yüksek riskler olmamakla birlikte, enfeksiyon sıklığı arttıkça risk de artar.”

Oturarak beslenen bebeklerde daha az görülüyor
Bebeklerin anne sütüyle beslendiği andaki pozisyonun hastalığı önlemede çıkacak etkin olduğunu belirten Öztürk, “Oturarak beslenen bebeklerin, orta kulak iltihabına daha az yakalandığı görülmüştür. Ayrıca anne sütü bağışıklığı kuvvetlendirerek hastalığa yakalanma riskini azaltır. Kulak ağrısı çeken çocukların doktora götürülmesi hastalığın ilerlemeden tedavisi için gereklidir. Soğuk algınlığını önlemek için yapılan aşılar bakteri ve virüslerin de üremesini engeller ve hastalığa yakalanma ihtimalini azaltır. Sigara içilen ortamlarda pasif içici olan çocukların orta kulak iltihaplanmasına yakalanma olasılığı artmaktadır” diye konuşuyor.

Nasıl tedavi edilir?
Orta kulak iltihabı tedavisinin şeklinin orta kulaktaki iltihabın akut, kronik ya da seröz olmasına göre değiştiğini belirten Öztürk,  şunları kaydediyor: “Bakterilere bağlı orta kulak iltihaplanmaları genellikle ilaç tedavisiyle kısa sürede düzelirken seröz orta kulak iltihabı inatçı bir durumdur. Akut orta kulak iltihabı antibiyotikler ve ağrı kesici ilaçlarla uygun şekilde tedavi edilir. Medikal tedavi genellikle 10 gün süreyle verilir. Antibiyotiklere cevap alınamadığı nadir durumlarda parasentez (kulak zarını delerek orta kulakta biriken iltihabı boşaltmak) gerekebilir. Seröz otitis mediada da önce ilaç tedavisi uygulanır. Özellikle alerjiye bağlı seröz orta kulak iltihapları ilaç tedavisine iyi yanıt verir. Ancak pek çok kez cerrahi müdahale ile orta kulağın havalanması sağlanırken, biriken basınçlı sıvı dışarı alınır. Dekonjestanlar ve antihistaminikler grubunda yer alan ve soğuk algınlıklarında kullanılan ilaçların kısmi faydaları da mevcuttur.”

Eğer orta kulak iltihabı uygun ilaç tedavisine cevap vermezse, sıvı birikimi sürekli hale gelirse ve iltihabi durum sık aralıklı tekrarlarsa cerrahi tedavi önerebileceklerini de aktaran Yrd. Dr. Özmen Öztürk, “Seröz orta kulak iltihabında eğer hastada işitme kaybı varsa ve bu durum ilaç tedavisiyle düzelmiyorsa tedavi cerrahi bir işlemdir” diyor.
0

Kansızlık İçin Meyve Suyu Şart!

Kansızlık ve ona bağlı olarak demir eksikliğinin özellikle çocukların zihinsel gelişimi üzerinde geri dönülemez etkilere neden olduğunu söyleyen uzmanlar, besinlerden alınan demirin emilimi için C vitaminin şart olduğunu, dolayısıyla meyve suyu tüketmenin çok önemli olduğunu belirtiyor.

Hayat kaynağı kanın azalmasıyla ortaya çıkan kansızlık ve ona bağlı demir eksikliği yaşam kalitesini azaltıyor. Demir eksikliğinin özellikle çocukların zihinsel gelişimi üzerinde önemli bir rolü olduğunu ifade eden uzmanlar, besinlerden alınan demirin emilimi için meyve suyu tüketilmesi gerektiğini belirtiyor.

‘Kansızlık, kandaki hemoglobin miktarının azalması olarak tanımlanır. Bu da demir eksikliğine neden olur” diyen Erciyes Üniversitesi Beslenme ve Diyetetik Bölüm Başkanı Prof. Dr. Neriman İnanç, demir yetersizliğinin genellikle büyümenin çok hızlı olduğu çocukluk ve ergenlik çağı ile hamilelik döneminde ortaya çıktığına dikkat çekti.

Kansızlık Probleminizin Farkında mısınız?

“Dünyada her 5 erkekten biri, her 3 kadından biri, her 2 gebeden biri, her 5 çocuktan biri kansızlık problemi yaşar. Ancak pek çoğu bu durumlarını ne yazık ki bilmemektedir” diye konuşan İnanç, şunları söyledi:
“Gelişmiş ülkelerde 0 - 5 yaş arası çocuklarda kansızlığa rastlanma sıklığı yüzde 4 ile 20 arasında iken az gelişmiş ülkelerde aynı yaş grubunda bu oran yüzde 80’lere kadar çıkıyor. Ülkemizde bu oran yüzde 50 gibi oldukça yüksek bir değerdedir.”

C Vitamini Demir Emilimini Artırıyor

Demirin hem hayvansal hem de bitkisel besinlerde bulunduğunu kaydeden Prof. İnanç, “Ancak besinlerdeki demirin tamamı vücutta emilemez. Aldığımız demirin yararlı olabilmesi için C vitamini içeren besinlerle birlikte tüketmeliyiz. Örneğin yemekle alınan 500 miligram C vitamini demirin emilimini 6 kat artırır. Bu nedenle vitamin alımını artırmak için meyve suları iyi bir kaynaktır. Özellikle C vitamini içeren portakal suyu, ananas suyu, greyfurt suyu ve limonata gibi meyve sularının yüksek miktarda protein ve demir içeren bir öğünle birlikte tüketilmesi demir emilimini artırır. Kansızlıktan korunmak ve oluştuktan sonra kansızlığı daha etkin ve hızlı bir şekilde tedavi edilebilmek için her yaş grubunda vitamin kaynağı olan meyve suyu tüketimine özen gösterilmelidir” dedi.
0

Tükenmişlik Sendromundan Kurtulun!

Son zamanlarda kendinizi sürekli mutsuz, huzursuz, yorgun hissediyorsanız, çok çabuk sinirlenip geriliyorsanız, hayattan zevk alamıyorsanız, sabahları işe gitmek zor geliyor hatta işe gitmemek için bahaneler bulmaya çalışıyorsanız, işinize olan motivasyonunuzu kaybettiyseniz dikkat! Tükenmişlik Sendromu yaşıyorsunuz demektir. 

Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden Dr. Ayşegül Tohumcu'nun verdiği bilgilere göre, tükenmişlik Sendromu ilk kez 1974 yılında psikolog Herbert Freudenberger tarafından, “uzun dönemli karşılanmamış iş stresine bağlı olarak, duygusal ve fiziksel enerji tükenmesiyle karakterize patolojik durum” olarak tanımlandı.

Kimler Risk Altında?

Tükenmişlik Sendromu, günümüzün yoğun ve stresli iş ortamında, pek çok insanın kariyerlerinin bir döneminde karşılaştığı bir sorundur. En çok doğrudan insana hizmet verilen meslek mensuplarında, özellikle sağlık çalışanlarında, öğretmenlerde, psikologlar ve çocuk bakıcılarında, idarecilerde, bankacılarda görülmektedir. Hem kişisel hem de işe ait özellikler Tükenmişlik sendromuna zemin hazırlamaktadır. Her şeyi mükemmel olarak yapmaya çalışan, esneklik gösteremeyen, takıntılı ve ayrıntıları çok fazla önemseyen kişilerde tükenmişlik daha sık görülür. İşe ait özellikler arasında da, devamlı sayılarla çalışma, çalışma saatlerinin uzun olması, güçlü bir rekabet ortamı sayılabilir.

Kendinize Yeterince Zaman Ayırıyor musunuz?

Tükenmişlik sendromu fiziksel, duygusal ve zihinsel bulgu ve belirtiler içerir. Fiziksel tükenmişlik belirtileri; kronik yorgunluk, güçsüzlük, enerji kaybı, yıpranma, hastalıklara daha hassas olma, sık baş ağrıları, bulantı, kas krampları, bel ağrısı, uyku bozuklukları gibi değişik sorun ve yakınmaları içerir. Duygusal tükenmişlik bulguları depresif duygulanım, desteksiz, güvensiz hissetme, ümitsizlik, evde gerilim ve tartışma artışı, kızgınlık, sabırsızlık, huzursuzluk gibi negatif duygulanımlarda artış, nezaket, saygı ve arkadaşlık gibi pozitif duygulanımlarda azalma içermektedir. Zihinsel tükenmişlik bulguları doyumsuzluk, kendine, işine ve genel olarak yaşama karşı negatif tutumlar içerebilir. Sonuçta işi bırakma, savsaklama gibi davranışlar görülebilir.
Son yıllarda Tükenmişlik sendromunda ciddi bir artış görülmekte çünkü çok çalışmak amaç ve değer haline getirilmekte ve insanlar kendilerine gerekli nitelikli zamanı ayırmamaktadır. Kendine zaman ayırma olarak görülen yoğun ve yorucu spor egzersizleri ise zamanla bir iş veya görev gibi yapılmakta ve kişiyi tüketmeye devam etmektedir.

Tükenmişlik Sendromuna Çözüm: Orijinal Yoga Sistemi

En eski kişisel gelişim ve sağlık sistemi olan  “Orijinal Yoga Sistemi” tükenmişlik sendromu ile baş edebilmek için mükemmel ve işe yarar çözümler sunmaktadır. Orijinal Yoga Sistemi’nde her yaştaki ve her durumdaki insan için uygun milyonlarca nefes, biyoenerji, duruş, konsantrasyon, gevşeme teknikleri vardır. Bu teknikler, düzenli uygulandığında, öncelikle kas, eklem ağrıları olmak üzere her türlü vücut ağrıları geçmeye başlar.  Enerjiyi tüketen ve halsiz bırakan yorucu spor egzersizlerinin  aksine, kişi enerji ile dolar. Biyoenerji alanı onarılır ve güçlenir. Tekniklerin özel etkilerinden dolayı, vücudun salgı sistemi yani hormonal sistem dengelenir. Organlar daha verimli çalışmaya başlar. Bağışıklık sistemi güçlenir ve kişi hastalıklara dayanıklı hale gelir. Sinirsel gerginlik atılır. Zihin sakinleşir, yaşamın temposu yavaşlar ve zorluklarla daha kolay başa çıkılır. Bakış açısı değişir, olumsuzlık içeren olayların sonuçları büyütülmez. Olumsuz düşünceler kontrol altına alınır ve düşünce akışı olumlu yöne yönlendirilir.

Bunlar, Orijinal Yoga Sistemi’ni uygulamanın yararlarından sadece bazılarıdır. İşin en güzel tarafı, tüm bu faydalara kendinizi zorlamadan, tüketmeden ulaşabilmeniz. Kendinize ayıracağınız haftada en az 1,5 saat ile Orijinal Yoga Sistemi’ni uygulayarak Tükenmişlik Sendromundan kurtulabilir, daha güzel, tatmin edici ve verimli bir iş hayatına merhaba diyebilirsiniz…

Orijinal Yoga Sisteminin Etkileri

Yoga Academy eğitmeni Pelin Evrensel’in açıklamalarına göre Orijinal Yoga Sistemi ile son yıllarda artan Tükenmişlik sendromunun önüne geçmek mümkün. Sendromun semptomları ve Orijinal Yoga Sistemi’nin etkisini şöyle açıklayabiliriz.

Enerji kaybı: Gün içerisinde enerjimizi emenlere karşı enerjitik alanımızı güçlü tutup, enerjimizi kaybetmemek mümkün.

Yıpranma: Orijinal Yoga Sistemi  sayesinde kişi ve olaylara karşı daha toleranslı olunur. Pozitif bakış açısı geliştirilir. En üzücü olaylar dahi gelip geçici bir düzenin parçaları olarak görülmeye başlanır. Kişi başına gelenleri kendini yıpratmadan kabul edebilme yeteneğini geliştirir ve koşulları değiştirebilecek özgüvenini kendinde bulur.

Hastalıklara daha hassas olma: Uygulanan nefes teknikleri kandaki oksijen miktarını artırır. Solunum sistemi aktifleşir ve metabolizma canlanır. Bağışıklık sistemi güçlenir.

Sık görülen baş ağrıları: Oksijen yetersizliği yada gerilim kaynaklı baş ağrıları ortadan kalkar.

Bulantı: Stres ve gerilimden kaynaklanan sindirim sistemindeki rahatsızlıklar yok olur. Sindirim sistemi düzene girer, bulantılar, şişkinlikler giderilir.

Kas krampları, bel ve boyun ağrısı: Uygulanan Asanalar (duruşlar) kişinin kendini daha hafif, zinde, esnek ve güçlü hissetmesini sağlar. Omurgadaki duruş bozuklukları giderilir, böylelikle iç organlarda sağlıklı çalışır. Bel, boyun, sırt ağrıları, kasların ve eklemlerin yıpratılmadan çalıştırılıp güçlenmesiyle giderilir. Pek çok spor dalında kas yırtılmaları, eklem sakatlanmaları olası iken Orijinal Yoga Sistemi  uygulayıcılarında bu tip vakalar görülmemektedir.

Uyku bozuklukları: Orijinal Yoga Sistemi uygulamasında her seansın son çalışması olan derin gevşeme tekniği ile çok daha kaliteli, dinlendirici ve yenileyici bir uyku sağlanır, uykusuzluk problemi ortadan kalkar.
Yoga nidra (bütünleşerek uyumak) tam bir fiziksel, zihinsel ve duygusal gevşeme haline ulaşmak için sistematik ve bilimsel bir yöntemdir. Düzenli uygulandığında stres kaynaklı tüm gerginlikler giderilir, kişinin uyku ihtiyacı azalır. Kişi, zinde, mutlu ve gerçekten dinlenmiş biçimde uyanarak, güne pozitif başlar.
0

Aşırı Zayıflık Erken Menopoza Sebep Oluyor!

Aşırı zayıf olan her 3 kadından 1'i risk altında! Sıfır beden olma tutkusu erken menopoz riskini artırıyor.

Son yıllarda özellikle genç kızlar olmak üzere kadınların sıfır beden, bir başka deyişle aşırı zayıflama tutkuları ciddi sağlık sorunlarını da beraberinde getiriyor. Örneğin vücuttaki kritik yağ sınırı olan yüzde 12’nin altına düşüldüğünde üreme fonksiyonları durabiliyor. Bunun sonucunda sıfır bedene sahip olan kadınların yüzde 30’unda erken menopoz gibi ciddi bir tablo ortaya çıkabiliyor!

Ülkemizde kadınlar ortalama olarak 48 yaşında menopoza giriyor.  Ancak menopoz çeşitli nedenlerden dolayı 40 yaşından önce de görülebiliyor ve buna ‘erken menopoz’ deniyor. Bu konuda ülkemizde sağlıklı bir istatistiksel veri olmasa da, modern yaşamın olumsuz getirisi olan çevre kirliliğinin artması, sigara kullanımı, aşırı stres ve diğer faktörler nedeniyle erken menopozun görülme sıklığının arttığı belirtiliyor. Günümüzde erken menopoza yol açabilen bir başka önemli neden de, son yıllarda özellikle genç kızlar olmak üzere kadınların sıfır bedene ulaşma çabaları. Acıbadem Maslak Hastanesi’nden Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Prof. Dr. Tansu Küçük, sadece obezite değil, aynı zamanda çok zayıf olmanın da üreme sağlığını olumsuz yönde etkilediğine dikkat çekerek, “Çünkü vücuttaki yağ oranı kritik yağ sınırı olan yüzde 12’nin altına düştüğünde üreme fonksiyonları da durabiliyor. Bunun sonucunda da kadının genç yaşta olmasına rağmen hamile kalmasını önleyen ve yaşam kalitesini ciddi boyutlarda etkileyebilen “hipolatamik amenore”, bir başka deyişle adetin beyinsel olarak durdurulması tablosu ortaya çıkabiliyor. Bu olguların üçte birinde de erken menopoz ortaya çıkabiliyor” diyor.

Üreme Sistemi Büyük Bir Enerjiye İhtiyaç Duyuyor

Kadın üreme sistemi dışarıdan gelen etkilere son derece açık oluyor ve belirgin bir şekilde etkileniyor. Üreme büyük bir enerjiye ihtiyaç duyuyor. Enerjinin az olduğu zamanlar ile açlık dönemlerinde üreme fonksiyonları duruyor. İnsan üremesinin beslenme ile ilişkisi 3 olayın analizinden anlaşılıyor:
1- Dünyada açlık çekilen zamanlardaki veriler.
2- Kaşeksi denilen hastalığı olan çok zayıf kadınlardan elde edilen veriler.
3- Aşırı spor nedeni ile hızla yağ kaybeden sporculardan elde edilen veriler.
Yapılan analizlere göre; besinlerle alınan enerji ilk olarak kalp-damar sistemi ve beyinsel aktiviteler gibi yaşam fonksiyonları için kullanılıyor.  Bunu ikinci olarak hareket ve büyüme gibi kısıtlanabilir fonksiyonlar takip ediyor. Son olarak da yeterli enerji olursa üreme fonksiyonları için kullanılıyor.

Hatalı Diyetler Üremeyi Durduruyor

Aşırı zayıf olan kadınlarda hem enerji yokluğu hem de hatalı diyetler nedeniyle gerekli yaşamsal maddelerin alınmaması sonucu bozulan hücre aktiviteleri üreme fonksiyonlarını durduruyor.  Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Prof. Dr. Tansu Küçük, aşırı zayıflık durumu ne kadar uzun olursa, kalıcı etkilerinin de o kadar çok olacağını belirterek, “Örneğin daha sonra tekrar normal diyete dönülüp ideal kiloya erişilse bile bu kadınların yaklaşık yüzde 30’unda adet görememe durumu kalıcı hale geliyor” diyor.

İlk Belirti Adet Döngüsünün Hızlanması

Normalde adet döngüsü ortalama 28 günde bir oluyor. Adet döngüsünün 22 günden daha sık olmasının genellikle yumurtalık rezervinin azaldığına işaret ettiğini söyleyen Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Prof. Dr. Tansu Küçük, “Durum her zaman böyle olmasa da, FSH hormon yüksekliği tespit edilirse hastanın durumuna uygun üreme ve doğurganlığın korunması seçeneklerinin anlatılması gerekiyor” diyor. Adet döngüsünün hızlanmasından başka, tablo daha da ilerlediğinde; vajinal kuruluk, ağrılı cinsel ilişki, cinsel isteksizlik, sıcak basmaları, uyku ve konsantrasyon bozuklukları, depresyon, iş veya okulda başarı düşüşü görülebiliyor. Son aşamada da adet kanamaları seyrekleşmeye başlıyor. Menopoz tam oturduğunda ise adetler tamamen kesiliyor. İlerleyen yıllarda kemik erimesi, kalp hastalıklarında artış, vücut şeklinde ve oranlarında değişim, örneğin erkek tipi göbeklenme görülüyor.

Şikayetler Oluşmadan Tedbir Almak Şart!

Belirtiler ortaya çıktığında çoğu kez durum oldukça ciddi boyutlara ulaşmış oluyor. Bu nedenle her kadının erken menopoz açısından risk faktörlerine sahip olup olmadığını analiz etmesinin son derece önemli olduğunu belirten Prof. Dr. Tansu Küçük, “Eğer belirgin bir erken menopoz riski varsa belirtiler henüz ortaya çıkmadan doktora başvurulmalı ve doğurganlığı koruma seçenekleri hakkında fikir edinilmeli” diyor.

Diğer Risk Faktörleri

• Ailede erken menopoz öyküsü,
• Turner sendromu veya Swyer sendromu gibi kromozal hastalıklar,
• Galaktozemi ve talassemi majör gibi bazı enzim eksiklikleri,
• Kemoterapi ya da radyoterapi,
• Sık geçirilen yumurtalık ameliyatları,
• Kabakulak ve zona gibi enfeksiyonlar,
• Tiroit, romatizmal artrit, diyabet, vitiligo gibi bazı otoimmün hastalıklar,
• Epilepsi,
• Sigara,
• Stres,
• Aşırı zayıflık veya obezite,
• Bazı meslekler
• Bayan kuaföründe çalışanlar
• Kimyasal kozmetik satıcıları
• Solvent ile çalışan ressamlar / boyacılar
• Propanediol, metilolakrilamid, monometil eter, ftalatlar ile çalışanlar

Menopoza Karşı Önlem Alın

Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Prof. Dr. Tansu Küçük, menopoz yaşını geciktirebilmeniz için yaşam alışkanlıklarınızda dikkat etmeniz gereken noktaları şöyle sıralıyor:

• Sıfır beden ya da obez olmayın. Vücut Kitle indeksinizi hesaplayın: Ağırlık (kilo)/boy2 metre. Vücut Kitle indeksinizin 18-30 arasında olmasına dikkat edin.
• Stresinizi azaltacak önlemler alın.
• Sigara içmeyin ve pasif içicilikten uzak durun.
• Zararlı olduğu bilinen propanediol, metilolakrilamid, monometil eter gibi kimyasal maddelerden kaçının.
• Spora hayatınızda yer verin. Mümkünse her gün, değilse haftanın en az 3 günü bu egzersizlerden birini mutlaka uygulayın: 50 dakika tempolu yürüyüş, 30 dakika yüzme, 30 dakika bisiklet veya 45 dakika jimnastik.
• Oksijen radikali emme kapasitesi yüksek antioksidan besinleri tüketin: Balık, ceviz, taze fındık, kabak çekirdeği, brokoli, lahana, karnabahar, domates, biber, havuç, mürdüm eriği, nar, üzüm, çilek karpuz, işlenmemiş tahıl ve ürünleri bu besinler arasında yer alıyor. Aynı zamanda yeşil çay ve taze greyfurt suyu da oksijen radikali emme kapasitesi yüksek olan içeceklerden.
• Antioksidan ilaçlar alın: Örneğin Koenzim-Q 10, L-arginin veya Royal jelly takviyesi yapabilirsiniz.
• Kalsiyumdan zengin beslenin: Günde 200 ml süt, yoğurt veya dondurma yiyin.
• Güneşlenerek D vitamini aktivasyonuna yardımcı olun.
0

İyi bir seks için bilmeniz gereken 10 adım!

İlk zamanlar aranızdaki çekim gücü, merak ve heyecan harikaydı sonraları bir şeyler oldu ve eskisi kadar iştahlı sevişmiyorsunuz. İlk günlerinize dönebilmeniz için bunları okuyun.

Dokunun!
Birbirinize dokunmanın çok doğru yolları vardır. Öpüşme sırasında genellikle saçlarını okşamayı, boynunu ve omuzlarını okşayın. Yüzüne dokunun. Birbirinize dokunmak için yeni yollar deneyin.

Reiki noktası!
Omurganın dibinde, küçük bir oyuk bir kemik plakası vardır. Bu oyuğa masaj yaparak eşinizin cinsel enerjisini açabilirsiniz.

Eğlenin
Öpüşürken ya da birbirinize kur yaparken gülün. Seks ciddi bir mesele değildir ve kahkaha büyük bir afrodizyaktır.

Kamasutra kitabı alın
Bu sadece yeni pozisyonlar denemek anlamına gelmez. Kamasutra'nın amaçları arasında kadın, erkek, çiftler arası denge, yaşamı sevdirmeyi amaçlayan düşünceler olmaktadır.

Sıcak olsun
Ortamı çok sıcak yapın. Klimaları açın... Uzmanlara göre sıcak ortamlarda aşk daha fazla nüksediyor. Bu yüzden insanlar yazın daha çok aşık oluyorlar. Buharlı bir duş veya jakuzide ön sevişmenin tadını çıkarın.

Konuşun
Seks sırasında aklınıza ne geliyorsa hepsini söyleyin. İster çirkinleşin ister duygusal olun. Uzun ilişkilerde görsellikten daha çok romantik iletişim çiftlere yardımcı oluyor.

Vücudunuza aşık olsun
egzersiz bir seçenek değil zorunluluktur. Size lastik bebek gibi olun demiyoruz. Ancak egzersiz fazla ağırlığınızı azaltmak için iyidir. Ayrıca egzersiz yapmak vücudunuzun testosteron düzeyini arttırır.

Kendinizi şımartın
Bir günü kendi güzelliğiniz için ayırın. Manşkür ve pedikür yaptırın. Bir saatlik vücut, yüz ve baş masajına girin. Kendinize mumlar alın ve küvetinizi doldurun.

Fantezi yapın.
Seks hakkında düşünün. Erotik düşünceler libido artırmak için birebirdir.

6 Eylül 2013 Cuma

0

Hangi besin tok tutar, hangisi açlığa neden olur?

Bazı yiyecekler bizi tok tutacağı yerde daha da acıkmanızı sağlıyor. Sağlıklı bir şekilde kilo vermek için işte dikkat etmemiz gereken önemli ayrıntılar…

Tok tutan besinler
Yumurta: Yapılan araştırmalar sabahları kahvaltıda bir adet yumurta tüketen kadınların, aynı kalori miktarına sahip bagel tüketenlere nazaran daha çok kilo verdiği gösteriyor. Sadece 70 kalori olan yumurtanın içerisinde bulunan altı gram protein kendinizi daha uzun süre tok hissetmenize neden oluyor. Ayrıca yumurta enerjiyi de artırıyor.

Çorba: Her ne kadar çorbanın içerisinde un bulunduğu için diyet menülerinde çok az önerilse de, içerisinde su bulunduğu için özellikle de doğal olanlar çok uzun süre kendinizi tok hissetmenize neden oluyor. Başlangıç olarak çorba tüketirseniz, ana yemeğe geçtiğinizde beyin kısa sürede ‘yeteri kadar yediniz’ sinyali vermeye başlıyor. Böylece aşırı tüketmekten kaçmış oluyorsunuz.

Avokado: Avokadonun içerisinde bulunan tekli doğmamış yağ, potasyum, E vitamini ve folik asit kişiyi, diğer besinlere nazaran daha çabuk doyuruyor ve uzun süre tok tutuyor.

Yulaf: Sabah kahvaltıda tükettiğiniz yulaf ezmeleri bu kahvaltının kaburgalarınıza yapışmasına neden oluyor. Üstelik üzerine süt eklemeden bile dört ile yedi gram arası protein içermesi bir hayli şaşırtıcı! Süt ile birlikte tüketildiğinde ekstra enerji sağlayan bu besinin birçok farklı faydası bulunuyor.

Fasulye ve mercimek: Bu iki besinden birini tükettiğiniz zaman uzun bir süre başka bir yemek istemediğinizi fark edeceksiniz. Üç yemek kaşığından oluşan bir porsiyonda kolay kırılmayan kompleks karbonhidratlardan oluşan yedi gram protein yer alıyor. Tüm bu içerikler de bağışıklık sisteminizi güçlendirmeye yardımcı oluyor.

Ceviz, badem ve fıstık: Lif, protein ve yağ üçlüsünün muhteşem bir kombinasyonu olan bu besinler kolesterolünüzü düşük tutmaya yardımcı olurken, ara öğünler için çok ideal bir alternatif. Açlığınızı bastırmanıza yardımcı olan bu üçlüyü çok fazla kalori içerdiği için az oranda tüketmeye özen göstermelisiniz.

Nane: Kokusuyla sakinleştirme özelliğine sahip olan nane açlığı da yok ediyor. Çalışma odanızda nane içerikli bir mum yakabilir ya da gün içerisinde acıktığınızı hissettiğiniz zaman ara öğün tüketmek yerine nane çayı içebilirsiniz.

Yağlı balık: Somon, ton, sardunya, uskumru ve ringa gibi yağlı balıklar yüksek miktarda Omega-3 içerdikleri için kolesterolün düşmesine ve metabolizmanın daha hızlı çalışmasına neden oluyor. Ayrıca Omega-3 metabolizmayı yağ yakması ya da depolaması için direkt etkileyen leptin hormonunun doğru şekilde çalışmasına da yardımcı oluyor.

Açlığa neden olan besinler
Pasta ve hamurlu ürünler: Hiç kahvaltıda yediğiniz kocaman kruvasandan sadece yarım saat sonra sanki hiçbir şey yememiş gibi kendinizi aç hissettiğiniz oldu mu? Bunun nedeni beyaz şeker ile un içeren basit karbonhidratların lif içermemesi oluşu ve çok az miktarda vitamine sahip olması. Bu tip besinleri tükettiğiniz an insülinde hızlı bir artışa ve beraberinde şeker kırılmasına neden oluyor. Bu nedenle de kısa bir sürede kendinizi aç hissetmeye başlıyorsunuz.

İşlenmiş mısır gevreği: Fırınlanmış hamur ürünleri gibi mısır gevreği de kahvaltı için uygun bir seçenek değil. Yüksek karbonhidrat içeren bu besinin ne yazık ki enerji vermiyor. Bu nedenle mısır gevreği yerine yulaf tüketmeye özen göstermelisiniz.

Diyet gazlı içecekler: Her ne kadar sıfır kaloriye sahip gazlı içecek tüketmenin daha sağlıklı olduğunu düşünseniz de, yapılan araştırmalar işlenmiş tatlandırıcıların açlığa ve şeker aşermenize neden oluyor.

Kızarmış patates: Yüksek oranda karbonhidrat ve tuz içerdiği için kızarmış patates tükettikçe, daha fazla tüketme isteği ortaya çıkıyor. Patates sebze reyonunda yer almasına rağmen ne yazık ki kızartma ve tuz ile birlikte bir hayli zararlı bir besin haline geliyor.

Hazır Çin yemekleri: Birçok Çin restoranında eve servis yapılan yemeklere MSG ekleniyor. İşlenmiş yemekleri daha lezzetli bir hale getiren bu karışım daha çok acıkmanıza neden oluyor. Eğer dikkat ederseniz, Çin yemeklerini sevenlerin büyük bir kısmı restoran yerine evde yemek yemeyi tercih ediyor.

Süt, tereyağı ve peynir: Bilim adamları yumurta, tereyağı, palmiye yağı ve peynir içerisinde bulunan hurma yağının doyduğunuz zaman size sinyal veren ensülin ve leptin hormonu salgılanmasında azalmaya neden olduğunu dile getiriyor. Özellikle hayvanlar üzerinde yapılan araştırmalarda sadece bu besinleri tüketenlerin üç günün sonunda kilo aldığı görülüyor.

Alkol: Birçok kişi iş çıkışı kendini aç hissetmediği için aperitif yiyecekler tüketmek yerine içki içmeyi tercih ediyor ve iki kadeh şarabın sonunda kendisini açlıktan ölürken buluyor. Marie Claire'in haberine göre; yapılan araştırmalar özellikle bira ile kırmızı şarabın aşırı açlık hissi yarattığını gösteriyor.

Aromalı yoğurt: Her ne kadar yoğurt yoğun miktarda kalsiyum içerdiği için sağlıklı besinler arasında yer alsa da şeker ve şurup ile aromalandırıldığı zaman kilo alımına ve açlık hissine neden oluyor. Bu nedenle meyveli yoğurt almadan içeriğine dikkatli bir şekilde bakmalı ya da sade bir yoğurt tercih ederek istediğiniz ek içerikleri kendiniz katmalısınız.

0

Erkekler; Kısırlığa Dikkat!

Çocuk sahibi olmak isteyen çiftlerin korkulu rüyası olan kısırlık, toplumumuzda her 6 -7 evlilikten birinde görülüyor. 

Türkiye’de her yıl 600 bin civarında evlilik gerçekleşiyor ve yılda yaklaşık 90 bin çift kısırlık sorunuyla karşılaşıyor. İşte erkeklerin kısırlığa karşı dikkat etmesi gereken 7 faktör:

1. Dar giyinmek: Dar giysiler vücuttaki ısı derecesini değiştiriyor. Isı değişimi ve kan dolaşımı azaldığı için de erkeklerde sperm sayısı düşüyor.

2. Sigara kullanımı: Çeşitli bilimsel çalışmalarla sigaranın kesin zararlı etkileri ispat edilmiştir ve özellikle sorunu olan hastaların kesinlikle sigarayı bırakmaları öneriliyor. Ayrıca sigara içilen ortamlarda bulunmak havada bulunan zehirli maddelerin solunum yoluyla alınmasını sağladığından sperm üretimini olumsuz etkiliyor.

3. Alkol kullanımı: Haftada 60 ml. üzeri alkol kullanımı sperm üretimini olumsuz yönde etkiliyor.

4. Fast food: Yüksek kolesterol, spermin zar yapısını bozduğu için döllenme yeteneğini azaltır ve kısırlığa neden olabilir. Bu nedenle özellikle "Fast Food" denilen aşırı yağlı, kolesterolü artırıcı gıdalardan uzak durmak gerekir.

5. Çalışma ortamı: İşi gereği zirai ilaçlarla yakın temas halinde bulunan kişilerde de kısırlık oranı yüksek. Bu kişilerin önlem olarak çalışırken, bir maske ile ağızlarını kapatmaları, ilaçları solunum yoluyla alınarak zararlı olmalarını engeller. Bu grup genellikle çitçilerden oluşur.

6. Aşırı sıcak: Aşırı sıcak her zaman sperm üretimini olumsuz etkiler. Kısırlık sorunu ile karşı karşıya olan erkeklere kesinlikle, sıcak su banyoları ya da saunaları tavsiye etmeyiz.

7. Cinsel yolla bulaşan hastalıklar: Erkek genital organlarında zarara yol açan bazı enfeksiyonlar sperm ilerlemesini (kanalları tıkayarak veya sperm hareketliliğini azaltarak) olumsuz yönde etkilediği için kısırlığa neden olabiliyor.
0

Mutlu Evliliğin 10 Altın Kuralı!

Evliliğinizde veya ilişkinizde sorunlar mı var? Sorunsuz ilişki olmaz ama kronikleşirse korkulan son kaçınılmaz olabilir. Oysa uzmanların tavsiye ettiği birkaç basit ve etkili kurala uymak sizi mutluluğa kavuşturabilir.

Mutlu ve sorunsuz bir evlilik, bu kuruma adımını atmış çiftler için en önemli tercihtir. Ancak ister evlilik olsun ister beraberlik, başarılı bir ilişki göründüğü kadar kolay değildir. Karmaşık bir yapıya ve hassas dengelere dayalı olan kadın-erkek ilişkisinin başarısıysa, uzmanların tavsiye ettiği bir takım basit ama önemli kurallara uymakla mümkün.

Cinsel Sağlık Enstitüsü Derneği (CİSED) Genel Başkanı Dr. Cem Keçe, insanın doğuştan yarım ve yalnız olduğunu ifade ederken, evliliğin aslında kişinin kayıp olan yarısını bulma arayışı olduğuna dikkat çekti.

Güven Yoksa Evlilik de Yok

Evliliği tamamlanmak, bütünleşmek ve bütünlenmek olarak tanımlayan Dr. Keçe, evlilik kurumunu kişilerin kendini güvende hissetmek amacıyla oluşturduğu bir olgu olarak açıkladı. Dr. Keçe şunları kaydetti:
“Bu kurumun amacı bütünleşme arzusudur. Çünkü insanoğlu annesi ile bir bütün olarak ana rahminde gelişir. Bu bütünlük duygusu anneyle bir olma isteğidir. Anne rahminde kişi kendini güvende ve cenneteymiş gibi hisseder. Fakat annenin rahminden çıktığında insan o duyguya yeniden kavuşmak ister. İşte sağlıklı ve mutlu bir evlilik, bu bütünlük duygusunu verdiği için kişiye güveni hissettirir. Ama güven yoksa bu takdirde hırçın ve çaresiz hissettirir. Bu yüzden evlilikler çoğu zaman insanı ya hırçın ve çaresiz ya da huzurlu ve mutlu kılar.”

İç Sesinize Takılmayın, Anlatın!

Peki evlilik nasıl çatışmaya dönüşüyor? Dr. Keçe bunu iki olguya bağlıyor:
“Bir insanı iki olgu rahatsız eder. Biri kendi iç sesidir. Diğeriyse başkalarının onun hakkında söyledikleridir. Bunu evliliklere de uyarlayabiliriz. Evliliklerde de kişiler eşleri hakkında iç seslerine ve eşlerinin kendilerine sarf ettiği sözlere ve yaptıklarına kafalarını çok takarlar. Bununla birlikte hem kendilerini hem de eşlerini suçlamaya başlarlar. Bir insanı mutlu eden de iki olgu vardır: Anlatmak ve anlaşılabilmek… Eğer evlilikte çatışma başlamışsa karı-koca ne dertlerini birbirlerine anlatabilirler ne de anlaşıldıklarını düşünebilirler. Bu nedenle kendilerini güvende hissetmezler. Demek ki iç seslere kulak vermek ya da düşüncelerinizi içinize hapsetmek yerine anlatabilmek ve de doğru bir şekilde anlaşılabilmek çok önemli.”

Dr. Keçe, evliliğin yolunda gitmemesinin en önemli nedenlerini, birbirini suçlayıcı tavır alma, küçümseme, saygısızlık, sürekli kendini savunma, iletişimsizlik ve saldırganlık olarak sıralıyor.

İşte Mutlu Evliliğin 10 Altın Kuralı

Peki mutlu bir evliliğin kuralları nedir? Dr. Keçe 10 altın kuralı şöyle açıklıyor:

1- Bankada bir hesap açtığınızı düşünün. Bu hesaba ne kadar mutlu an yatırırsanız ilişkiniz de o kadar mutlu ve uzun ömürlü olur. Amacınız hesabınızı mutlulukla doldurmak olmalı.
2- Birbirinize olan ilgisizliğinizin nedenini bulun. Kıskançlıklar, hep bir arada olma, ilginin çocuklara kayması, maddi sorunlar, evlilik sorumluluklarının ağır gelmesi ve gerçekçi olmayan beklentiler çiftin birbirlerine olan ilgisini azaltabilir.
3- Aklınızda bir anahtarlık hayal edin. Anahtarlığınıza koşulsuz sevme, anlayış, hoşgörü, arkadaş olabilme, samimiyet, şefkat, emek, sabır ve fedakarlık anahtarlarını takın. Anahtarlığa takılan tüm bu olgular mutlu evliliğin kapılarının altın anahtarlığını barındırır.
4- Sevgiliyken yaptıklarınızı tekrarlayın. Çiftler her nedense evlenince, toplumun onlara yüklediği roller doğrultusunda evlilik sürecine sevgililiği birbirlerine yakıştıramazlar. Böylece kısa süre önce sevgiliyken yaşadıkları güzel paylaşımları evliliklerine taşıyamazlar. Hatta flörtü evliliğin doğal süreci olarak görmeme eğilimi hâkim olur. Oysaki insanları değiştiren evlilik değil evliliğe bakış şekilleridir. Evlilikle birlikte sevgiliyken yaptıkları davranımlardan uzak duran çiftler zaman içerisinde hayatın onlara sunduğu monotonluğu yaşar ve sevgilerini, paylaşımlarını sorgulamaya başlarlar. Halbuki sevgiliyken yapılan küçük paylaşımların devam etmesi ilişkiyi ateşler. Kişilerin kendilerini daha iyi hissetmesi ve tutkularının devam ettiğini görmek kişileri birbirine bağlar. Eski tutku ve sevgilerinin devam ettiğini görmek ayrıca yeni paylaşımların artmasına da neden olur.
5- Eşinizin bir konu hakkındaki fikirlerine ya da hayallerine değer verin. Katılmasanız dahi onun ortaya koyduğu fikirlere saygı duyun ve sonuna kadar dinleyin.
6- Evliliğinizi monotonluktan kurtarmak için yenilikler yapın. Kaliteli zaman geçirmek için olanaklar yaratın. Ona beklenmedik küçük sürprizler yapın. Özel bir gün olmasa dahi ona küçük bir hediye alın. Birlikte vakit geçirmek için fırsat kollayın. Ortak zevklerinize uygun paylaşımlar yaratın.
7- İlgi çekmek için ilişkinize gizem katın.
8- Narsistik gereksinimlerinizi karşılayın. Kendinizi sevin ve beğenin.
9- Eşinizi fark edin. Onun saçını boyadığını, zayıfladığını, sizin için yaptığı küçücük de olsa özel bir şeyi görün ve takdir edin.
10- Öfkelendiğinizde asla şiddete başvurmayın. Mola verin, ortamı terk edin, duş alın ve uyuyun. Müzik dinleyin. Kavganızın dozajının yükseldiği anda nefes alıp vererek gevşeyin. Çatışmalarınızı yıkıcı değil yapıcı olarak ele alın. Kişisel eleştiri değil davranışsal eleştiri yapın. Kendinizi onun yerine koyun ve empati yapın.

0

Ülser Hastalarının En Sık Yaptığı 6 Hata

Ülser hastalarının günlük beslenmelerinde yaptıkları bazı hatalar da hastalığın daha da şiddetlenmesine yol açabiliyor!

Yapılan son bilimsel araştırmalar, beslenmenin ülser hastalığı üzerinde doğrudan bir etkisinin bulunmadığını gösteriyor. Ancak kişi ülser hastasıysa, yediği bazı besinlerin mide üzerinde olumsuz etkileri bulunabiliyor.
Acıbadem Fulya Hastanesi’nden Beslenme ve Diyet Uzmanı Müge Özyurt Şafak, ülser hastalarının günlük yaşamlarında başlıca 6 yanlış yaptıklarını belirterek bunları şöyle sıralıyor:

• Demli çay ve bol kahve tüketmek.
• Uzun süre aç kalmak.
• Sigara içmek.
• Hızlı yemek yemek.
• Acılı-baharatlı yemekler tüketmek.
• Gün içinde çok tuzlu gıdalarla beslenmek.

Çay ve kahve mideye zarar veriyor: Çay ve kahve mide asit salgısını artırıyor, sindirim güçlüğüne neden olabiliyor. Bu nedenle ülser hastalarına gün içinde çok fazla miktarda demli çay ve kahve tüketmeleri önerilmiyor. Eğer çok istiyorsanız günde en fazla 2-3 bardak açık çay tüketilebilirsiniz. Bunların yerine ıhlamur, elma gibi bitki - meyve çaylarını tercih etmenizde fayda var.

Çok uzun süre aç kalınca mide asidi miktarı artıyor: Eğer gün içinde çok uzun süre bir şey yemezsek, ara öğünlerde besin tüketmezsek, “kurt gibi acıktım” diyerek yiyecek tüketimini abartırız. Eğer ülser hastasıysanız uzun saatler aç kalmamaya özen gösterin. Çünkü aç kalmak, öğün aralarının uzun olması mide asit salgısını artırıyor. Buna neden olmamak için küçük porsiyonlar halinde 2-3 saat aralıklarla bir beslenme planı oluşturun.

Aç karnına sigara içmek mide kanamasını tetikliyor:  Sigara içmek asit ve pepsin salgılanmasını ve mide hareketlerini artırıyor. Özellikle aç karnına içilen sigara mide kanaması ve ülseri tetikliyor. Tedaviden sonrada sigara içmeye devam etmek nüks etmesine neden olabiliyor.

Yavaş yemek mideyi koruyor: Hızlı yemek yendiğinde besinler iyi çiğnenmeden mideye gönderiliyor. Çiğneme, mukus ve tükürük salgılanmasına neden oluyor ve bu maddeler de mide asidine karşı mukozayı koruyor. Bu nedenle yemeklerinizi yavaş yavaş ve iyi çiğneyerek tüketmelisiniz.

Acı ve baharat mide duvarında ödeme yol açıyor: Bazı kişiler için acısız baharatsız yemeğin tadı olmaz. Kendilerini yemek yemiş gibi hissetmedikleri gibi doyduklarını da düşünmezler. Ancak ülser varsa, acı ve baharat sevdasından ne kadar kısa zamanda vazgeçilirse o kadar iyi. Çünkü kırmızı pul biber, karabiber ve isot gibi acı baharatlar mide duvarında ödem ve harabiyete neden olarak pepsin salgısını, yani mide asidini artırıyor.

Çok tuzlu yemek de ülserin düşmanı: Bazı bağımlılıklarımızdan vazgeçmek bizler için oldukça zor olabiliyor. İşte tuz da bunlardan biri. Yemeğin içinde aslında yeterli miktarda tuz olsa da, tabağımıza aldığımızda sanki tatsızmış gibi gelebiliyor. Ancak tuz da ülserin düşmanlarından. Çünkü tuz gasrtik mukozayı olumsuz yönde etkilediği için normal sınırlarda, örneğin günde 6 gram kadar tüketilmeli, tuzlanmış – salamura besin tüketimi de sınırlandırılmalı.

Ülseriniz Hafifse Bunları Yiyebilirsiniz

Ülser hastalarının beslenmesinde hastalığın derecesinin önemli olduğunu vurgulayan Müge Özyurt Şafak, ülser hastalarının beslenmesini düzenlemede hastalığın şiddetine, derecesine göre davrandıklarını belirtiyor. Şafak, hastalığın hafif seyrettiği kişilere şu önerilerde bulunuyor:

- Çay ve kahve tüketimini sınırlayın.
- Yağda kızarmış etler, yağlı- salçalı yemekler, sucuk, pastırma, sosis gibi şarküteri ürünlerinden kaçının.
- Baharatlı yiyecekler ve gazlı içecekleri tüketmeyin.
- Gaz yapmayan sebze ve meyveleri ( fasulye, ıspanak, kabak, bamya, elma, muz gibi ) tercih edin.
- Günde bir bardak süt, bir kase yoğurt ve 1-2 dilim az tuzlu beyaz peynir yiyebilirsiniz. Bunun dışında ızgara veya haşlama et, tavuk, balık ve hindiyi rahatlıkla tüketilebilirsiniz.

Ülser Ağır Seyrediyorsa Bunları Yapın

Hastalık eğer ağır seyrediyorsa hastaların beslenmesinde dikkat edilecek başlıca konular da yer alıyor. Müge Özyurt Şafak, eğer ülser daha ağır seyrediyorsa az posalı, az yağlı, gaz yapmayan, sulu ve yumuşak besinlerin tercih edilmesi gerektiğini söylüyor. İyi pişmiş ve gaz yapmayan sebze yemekleri olarak bilinen havuç, patates, kabak ve fasulyenin yanı sıra çok hafif olması nedeniyle komposto da tüketilmesi öneriliyor. Et suyu ile hazırlanmış çorbalardan uzak durulması, bunun yerine yayla, şehriye gibi çorbaların tercih edilmesi de çok yararlı. Bunların dışında hastalığın ağır seyrettiği kişilerde kurubaklagiller, esmer ekmekler ve bulgurun, gaz yapıcı etkisi nedeniyle tercih edilmemesi gerekiyor.

0

İletişimi Kâbusa Dönenler Dikkat!

“Partnerim beni anlamıyor” mu diyorsunuz? İlişkiniz iletişimsizlik tehdidi altında mı? İşte değişim ve dönüşüm için iletişimsizliğe son verecek 2 mucizevi teknik…

Acımasızca yapılan eleştiriler veya karşılıklı suçlamalar şüphesiz ilişkileri yiyip bitiren olgular. Cinsel Sağlık Enstitüsü Derneği (CİSED) Genel Başkanı Dr. Cem Keçe’ye göre bu tip iletişimsizlik durumlarını çözmenin aslında basit kuralları var.

“İyi Aşk İçin İyi İletişim Şart”

Dr. Keçe, çiftlerin cinsel problemlerini veya ilişkilerindeki çatışmalarını çözmek için cinsel terapistlere ve evlilik terapistlerine başvurduğunu hatırlatarak, terapistlerin danışanlarında en çok zorlandığı alanı sorunlu ilişkideki iletişimi sağlıklı hale getirmek olarak tanımlıyor. Bozuk iletişimin problemlerin, başlangıcında ve sürdürülmesinde önemli olduğuna dikkat çeken Dr. Keçe, bu durumun terapiyi zorlaştırdığını söylüyor. Dr. Keçe, terapistlerin iletişim sorunlarına odaklanmadığında ve bu sorunların çözümlenmediği durumlarda diğer tekniklerin uygulanmasının sekteye uğradığını belirtiyor. “İletişim, gerek cinsel terapide, gerekse evlilik terapisinde vazgeçilmez bir konudur” diyen Dr. Keçe, iletişimsizliği ortadan kaldırıcı 2 mucizevi teknik öneriyor. Bu tekniklerin uygulanmasıyla çiftlerin iletişim sorunlarının çözümü için uygun bir zemin yarattıklarını belirten Dr. Keçe, bu 2 tekniği, hem kamuoyuna hem de bu alanda çalışan profesyonellere tavsiye ediyor.

“Korku Çemberini Kırın”

Çiftler birbirleri hakkından olumsuz bir değerlendirmede bulunduklarında, birbirlerini suçladıklarında veya eleştirdiklerinde, 2 tane mucizevi teknik öneriliyor. Peki bu 2 mucizevi teknik nedir? Dr. Keçe, ‘Korku çemberini kırmak’ diye tanımladığı bu teknikleri şu şekilde anlatıyor:

Teknik 1: Açıkça Talep Edin

Her suçlamanın, eleştirinin ve olumsuz değerlendirmenin ardında gizli bir temenni yatar. Bu temenniyi kişinin keşfedip partnerinden talep etmesi gerekli. “Sen beni sevmiyorsun, benimle ilgilenmiyorsun” diyen kişinin gizli temennisi aslında “Beni sev, benimle ilgilen” şeklindedir. Ancak bunu söylemek yerine suçlamak belki daha kolay geliyor. Çünkü çoğu çift, daha önce bu temennileri ifade etmiş ve reddedilmiş oluyor ya da reddedilmekten çok korkuyor. Herkesin kendisini sevmesi ve ilgilenmesi gerektiğine inanıyor. Bu yüzden bilinçdışlarında istemden bir korku çemberi oluşturuyorlar. Oysa kişi korku çemberini kırarak karşısındakini suçlamayı bir kenara bırakmalı ve bu temennisini koşulsuzca ve karşılık beklemeden partnerine açık açık ifade etmeli. Bunu istemeli ve net bir dille talep etmeli. Eğer talep karşılık görürse ve partneri ona istediğini verirse, bunu bir armağan gibi kabul etmeli ve teşekkür etmeli. Ama partneri bu talebi yerine getirmiyorsa da kişi bu durumu asla şahsileştirmemeli. Kimliğine, kişiliğine bir hakaret gibi görmemeli ve ne olursa olsun partnerinin bir seçimi olarak buna olgunca saygı göstermeli.

Teknik 2: Önce Kendinizi Düzeltin

Birisinde görülen her olumsuzluk, negatiflik, eleştiri veya suçlama, aslında tüm bunları yapan kişide de vardır. Kişi kendinde olmayanı başkasında görmez. Kendisinin yapmadığını bir başkasına suçlama olarak söylemez. Yani bu tür kavgalarda söylenen suçlamaların hepsi, aslında bizim kendi kusurlarımızı görmemiz için bilinçdışımızın bize sunmuş olduğu bir formüldür. Biz birine “Çok dağınıksın” dediğimizde aslında bu ifade, onu kullanan kişinin de dağınık olduğu bir yer olduğunu gösterir. Kadınlar genelde bu sözü eşlerine çok söylerler. Böyle olunca aslında kadın kendi dağınıklığını görmek yerine kocasında kendi kusurunu görmüştür.

Tıpkı Mevlana’nın sözündeki gibi, "Karşındakinde gördüğün suç, sendeki suçun cinsindendir. Önce o huyu kendi tabiatından atman gerek. Sendeki çirkin huy, sana onda göründü.” Kişi içinde olup da kabul edemediği ya da aşamadığı bazı kusurları başkalarında çok kolay fark eder. Yani Mevlana, "Karşınızdakini suçlamak ve değiştirmektense işe önce kendinizden başlayın ve kendinizi düzeltin" diyor. Böylece kişi kendi kusurunu keşfedip, kendini değiştirdiğinde, ilişkisi ve sonra partneri de bundan olumlu etkilenecek ve her şey değişecektir. Yani kişinin içindeki çözümleme, mutlaka karşı tarafta da aynı etkiyi gösterecektir. Kendi kusurlarını görmek, kendini ayıplamak, o ayıbın merhemi ve ilâcıdır. Değişim herkesi korkutur. Çünkü kimlik ve kişilik değişmesi zor olgulardır. Bizim burada değiştirmeyi önerdiğimiz olgu davranıştır. Davranışlar iradeyle uyumlu bir şekilde değiştirildiğinde, düşünce ve duygular da zamanla buna uyumlu hale gelecektir. Özünde kolay olan bu 2 kuralı kendinde uygulamayı başaran çiftler, olumlu değişimi ve dönüşümü gerçekleştirirler.

5 Eylül 2013 Perşembe

0

Hastalıklı ilişkinin belirtileri neler?

İlişkinizde kendinizi sürekli mutsuz, üzgün ve kullanılmış mı hissediyorsunuz? Bunlar sağlıksız ilişkinin ilk belirtileri...

Bazen ilişkinin içindeyken gözlerimiz kör olur ve neler yaşadığımızın farkına varamayız. İnsanlara kulaklarımızı tıkar ve tüm olumsuzlukları sırf sevdiğimiz kişiyi kaybetmemek adına devam ettiririz.   Bir şekilde ilişki biter ve biz dünyanın ortasında geçici bir süre yapayalnız hissederiz. Pişmanlıklar duyar, geçmişi geri almak ve hataları düzeltmek isteriz. İlerde psikolojisi bozulmuş, kendisine olan güvenini kaybetmiş ve aşktan korkan bir kadın olmak istemiyorsanız aşağıda yazan 'sağlıksız ilişki' belirtilerini okuyun ve biran önce kendinize çeki düzen verin.

Mali sıkıntılarınız yüzünden ruhsal bir tıkanıklığa mı girdi? Benlik saygısı, aile ve iş problemleri mi başladı? Tüm bunların acısını sizden çıkarıyorsa hastalıklı bir ilişkinin adımları atılıyor demektir. Bu 'doğru ilişki' ya da 'mükemmel insan' ise her şeyi daha iyi hale getirmeye çalışacak ve pek az şeyi size yansıtacaktır.

Onun sürekli etrafınızda olmasını istiyorsunuz, onu mutlu etmek için uğraşıyorsunuz. Siz kendinizi iyi hissetmek için onu kullanıyorsunuz. Bu insan bağımlılığı işareti olabilir. Profesyonel bir yardım öneririz.

Onun ya da yaşadıklarınız hakkında konuşmak sizi gerçekten rahatsız ediyor. Kendiniz ve eşiniz için ne istediğiniz hakkında sürekli hem kendinize hemde çevrenize yalan söylüyorsunuz. İlişkinizde ciddi problemler var, bunları görmezden gelmeyin deriz.

Size istemediğiniz şeyleri yaptırmaya çalışıyor ve yapmazsanız tehdit ediyor. Zehirli bir ilişki içinde kapana kısılmış hissediyorsunuz. Artık onunla gerçekten istediğiniz için bir arada değilsiniz. Ama ondan ayrılmakta zor. Bu insanlar göz ardı ettiğiniz sağlıksız bir ilişkinin temelidir.

Birbirinize güvenmiyorsunuz. Eşinizin sizi gerçekten sevdiğine inanmıyor veya sürekli sizi aldattığını düşünüyorsunuz. Bu sağlam bir ilişki için olmaması gereken durumdur. İleride çok büyük problemlere dönüşebilir.

Geçmiş ilişkileriniz sürekli hayatınızın içinde. Takıntılı bir eski kız arkadaş, gece gelen sessiz telefonlar, hakaret mesajları... İçinizde sürekli 'ona geri dönebilir, neden bunu yapmasına izin veriyor?' gibi kuşkularla yaşayamazsınız.

Bağımlılık sorununuz/sorunu var. Alkol kullanıyor ve parasını buna yatırıyor. Alkollüyken verdiği sözleri, söylediklerini sabah unutuyor. Size sözlü ya da tensel şiddette bulunuyor. Bu ilişkinin hala devam edebileceğine inanıyor musunuz?
0

Aşk bir hastalık mı?

Yazının devamını okumak istemeyenlere hemen son 4-5 senenin araştırmaları ışığında vardığım sonucu özetleyeyim: Hayır, romantik aşk bir hastalık değil!

Bayramlar, doğum günleri ve yıldönümlerinden sonra modern pazarlama tekniklerinin yaşamımıza vazgeçilmez kutlamalar olarak soktukları günlerin bence en sevimlisi “Aşıklar Günü”, diğer adıyla St.Valentine Günü. Nasıl evlilik yıldönümleri beraber geçmiş ve geçmemiş zamanların yeniden değerlendirilmesine, yılbaşları daha çok iş ve sosyal yaşamımızın gözden geçirilmesine, doğum günleri yaptıklarımızla yapmak istediklerimiz arasında perspektif ayarlamalarına vesile oluyor. Aşıklar günü de, sevdiklerimizi ve sevemediklerimizi düşünmemize yol açıyor. Psikolojik anlamda bu özelleştirilmiş günler, bizim kendimiz ve yakın çevremizle ilgili farkındalıklarımızın keskinleşmesinde rol oynuyor. Sosyal farkındalığımızın artmasında, çiçek- çukulata- yemek- tiyatro-mum-hafif müzik- tütsü - kırmızı iç çamaşırı gibi hoşlukların katkısı var. Ama "Aşıklar Günü",  bence varlığı ve yokluğu ruhumuzun balansını en derinden bozan öge olan aşk hayatımızı yeniden irdelememizde çok yararlı bir rol oynuyor.

Son yıllarda dinamik görüntüleme tekniklerinin yardımıyla sadece beyin yapılarının değil, işlevlerinin de renkli resimler ve kliplerle belirlenebilmesi, iki kulağımızın arasındaki 1350 gramlık doku parçasının fiziksel olduğu kadar bilinç ve davranış alanda da ne denli olağanüstü karmaşık bir yapıda olduğunu bir kere daha ortaya koydu. İnsanların cinsiyeti, yumurta ile spermin birleştiği anda, cinsel tercihinin de üçüncü hafta içinde belirlendiğine işaret eden güçlü araştırmalar var.  Duygu ve davranışlarımızın belirlenmesi ise erken çocuklu döneminde başlıyor. İnsanların aşık olacakları ve/veya eş seçecekleri insan hakkında beyinlerinde taşıdıkları şablonların 3 ile 8 yaşlar arasında oluştuğuna işaret eden çalışmalar var.  Bizim aşk şablonumuz, sadece yakınlarımızda olan anne, baba, kardeş, bakıcı, akraba, öğretmen, arkadaşlar tarafından değil, sinema, TV, dergi vb kaynaklarda rastladığımız ve etkilendiğimiz "sanal kişilerle" ve davranışlarla da belirleniyor.

Beynin derinliklerinde birçok farklı alanda depolanan bu sevgili/eş resmine uygun bir kişiye rastlayınca, şimdi romantik aşk dediğimiz bir “kimyasal heyelan” ortaya çıkıyor beyinde. Basit bir tetiklenme değil bu! İlk etkileri saniyeler, dakikalar içinde (yıldırım aşkı), daha karmaşık etkileri günler, haftalar içinde beliriyor ve beynimizde – zorlama bir ayırım yaparsak- bir çok farklı duygusal ve bedensel zincirleme tepkileri harekete geçiriyor. Bunların en önemlileri, otonomik sistemimizi canlandıran dopamin ve noradrenalin salgılarının artması. Testosteron hormonunun artmasıyla artan sex dürtüsünden farklı olarak bunlar, bedensel ve duygusal bir "ödüle ulaşma" konusunda beynin ve vücudun hedefe kilitlenmesini ve ona erişebilmek için biyolojik anlamda “gaza basmasını” sağlıyor. Kalp atışları hızlanıyor, ateş basmaları, terlemeler oluyor, iştah azalıyor, sevgili dışında herşey ve herkes giderek önem ve acillik kaybediyor, sevgiliye odaklanma saplantıya varacak düzeylere çıkıyor, uyku kaçıyor.

Aşık olunan kişi, dünyanın en akıllı, güzel, yakışıklı, sevimli, güçlü, bilgili/bilge, kültürlü, güzel huylu eşsiz bir hazine olarak algılanırken olumsuz özellikler beyin tarafından filtreleniyor, çarpıtılıyor ve bastırılıyor. Aşkın sadece gözü kör değil, aynı zamanda sağır, mantıksız ve inatçı oluyor. Bu süreç içinde aşık olunana ulaşamama, sadece ulaşma dürtülerini daha da arttırmaya, yanmaya tutuşmaya yol açıyor.

 Tahmin edileceği gibi, biyolojik bir sistemin yemeden içmeden uyumadan kısıp metabolizmasını ve beyin faaliyetlerini en üst düzeyde tek bir kişide yoğunlaştırması çok uzun süreli olamaz. Bu noktada iki olasılık var: Birincisi sevgiliye ulaşmak, birlikte olmak, birlikteliği sürdürmek ve bu mutlu sonun  sonucu olarak  “motorun turunu düşürmek”.  İkincisi, ilgiyi hastalıklı bir saplantı haline getirmek, yıkıcı ve zarar verici fikirleri giderek arttırmak ve sonunda sevgiliye ve kişiye zarar verecek akılhastalığı düzeyine vardırmak. Bazı kültürler bu tepkileri ödüllendirerek cinayet, intehar, yakma- yıkmalar, kaçırmalar, tecavüzlerin kolayca  ortaya çıktığı davranışları teşvik ederler.

Bunlar şiddet kültürü doğuran, çaresizliklerin olumlu yoldan çözümlenememesi halidir. Eğer sevgiliye ulaşılırsa beyinde farklı hormonlar, oksitosin ve vazopressin gibi kimyasallar, çiftin “aşkın ateşinden” çıkıp, zamanla “oda ısısında” bir sevgiye, güvene ulaşmalarına , karşılıklı saygı ve  bağlılığa kavuşmuş bir çift olarak çok uzun yıllar beraber olmalarını sağlıyor. Bu çiftlerde aşk bitmiyor, derin bir sevgiyle yer değiştiriyor. Aşk konusundaki anlaşılmazlığın temelinde, sanırım, kavram kargaşası yatıyor. Seks, şehvet, arzulama, üreme dürtüsü, sosyal statü aracı olarak seks alma ve verme, toplumsal baskınlık için elde etme, elde tutma ve elden çıkartma gibi çok farklı duygusal durumlar için “aşk” kelimesi kullanılıyor. Cuma alşamından Pazartesi sabahına “aşklar” yaşanıyor, yenisi bulunana kadar seviyeli beraberliklere giriliyor, ve bunların hiçbirisi “romantik aşkı” tarif etmiyor.

Aşkın biyolojik önemi - ve bence temel işlevi-, evrim süreci içinde ortaya çıkan ve bizi akıllı maymunların çok ötesinde yaratıklar haline dönüştüren beyin gelişmesi ile ilgili. Bence romantik aşk olmasaydı insan neslinin sürmesi mümkün olmazdı. Bizi nesli tükenmiş maymunsu/insansı diğer primatlarda ayıran en kritik evrimsel sıçrama, üreme yaşına gelmiş insanlar arasında ortaya çıkan “mucizevi” aşk duygusu ve bağlılığıdır. Atalarımızın dört ayaktan vazgeçip  ayağa kalkmasının bedeli olarak doğum kanalının küçülüp uzamasına yol açan sürecin, bir yandan beynin büyüyüp özelleşmesine olanak sağlarken, tam gelişmiş büyüklükte bir beyni olan çocuğun normal yoldan doğumunun olanaksız hale gelmesi, nesil tüketecek bir sorun yarattı:  Yüzbinlerce yıl öncesinin mağra koşullarında aylarca gebe, sonra aylarca-yıllarca aciz bir bebek bakmakla yükümlü olan bir annenin, kendisini ve yavrusunu koruyup besleyecek bir “partner” bulmaya VE elde tutmaya  ihtiyacı var! Bu ikilinin, bizim şimdiki babalık kavramı ve bilgilerinin olmadığı bir çağda, seks, şehvet, sosyal üstünlük kanıtlama gibi katma getirileri olmadan birbirine ve yeni doğan bebeğe yıllarca (yaklaşık 3 yıl kadar) “karşılıksız”  bakmaları ancak son derece güçlü ve özverili bir duygusal ilişkiyle olur. Bu ilişkiyi yönlendiren duygular ve bunları yöneten fizyolojik sistemler, tıpkı gebelik, doğum, erkenlik, menapoz gibi doğal yaşamın doğal süreçlerinden biri olan AŞK’tır. Ne hastalıktır, ne anormallik. Her insanda biraz farklı ortaya çıkan ve gelişen bir insanlık halidir.

Son 20-30  bin senede evrimsel gerekliliğinden uzaklaşıp daha çok duygu zenginlikleriyle bezenmiş olsa da, aşk yaşanabilecek en karmaşık ve iz bırakan duygu deneyimlerinden biri.  Üstelik bu özellikleriyle aşk, önbeynimizin gelişmesi sayesinde, üreme fizyolojisinin ve neslin sürdürülme dürtülerinin çok üstünde farklı bir düzeye çıkmıştır. Üstelik duygu yoğunluğu yüksek olan bu tutkular, sevenler arasındaki, yaş, sosyal statü, ırk, din hatt cinsiyet gibi farklılıkların da üstesinden  gelebilecek bir güce ulaşmıştır.  Montaigne’nin dediği gibi “Her insanda insanlığın her hali vardır”. Bu nedenle de insan sayısı kadar çeşitli aşk vardır. Aşkın "nörofizyolojisi" bir mucize sayılabilir. Her aşk eşsizdir, kendi içinde herbirisi güzel ve saygıdeğerdir. Marifet yargılayıcı olmadan bu duyguyu dürüstce ve alabildiğine yaşamak, değerini bilmek ve biterse anısına saygı gösterebilmektir. Bir insan bir çok kere aşık olabilir, ama aynı anda iki kişiye aşık olamaz. Hiç de bilimsel olmayan bir gözlemimle bitirmek istiyorum: "Kaybetmekten korkmuyorsanız aşık değilsiniz!

0

Kısırlığın Cinsiyeti Var mı?

Toplumun yüzde 20’si erkeğe ve kadına bağlı sebeplerden dolayı doğal yolla gebe kalamıyor ve bu durumdan kadın sorumlu tutuluyor. 

Oysa bir yıl boyunca korunmadan düzenli ilişkiye giren ve çocuk sahibi olamayan çiftlerin, kısırlık nedenlerinin yüzde 35’inin kadından, yüzde 30’unun erkekten, yüzde 15’nin ise bilinmeyen sebeplerden kaynaklandığı belirtiliyor.

Çocuk sahibi olamayan kadın ve erkeklerin yüzdelik oranlarının birbirine yakın olmasına rağmen, toplumsal baskının özellikle kadınlara yapıldığını belirten Avrupa Tüp Bebek ve Kadın Sağlığı Merkezi Doktorlarından Op. Dr. Serhat Partalcı, kadının çok değerli olduğunu ve döllenme sürecinde kadının büyük sorumluluk taşıdığını belirtiyor. Gebelikte kadının, yumurtayı üreten, yumurtayı transfer eden, yumurtayı tutan daha çok sistemleri olduğunun altını çizen Op. Dr. Partalcı, kısırlığı ve nedenlerini karşılaştırmalı olarak açıklıyor.

Erkeğin spermlerinin döllenme işlemini yapabilmesi için en az 20 milyon civarında olması gerektiğine değinen Op. Dr. Partalcı, bu sayıda üretilen spermlerin bozuk olmasının (hareketsiz veya şeklinin değişik olması) yumurtaya ulaşmayı engellediğini ve gebelik oluşturmaya yeterli olmadığını belirtiyor. Erkek kısırlığı nedenlerinin sperm sayısı ve kalitesinin kötü, kanallarının tıkalı olması nedeniyle oluştuğunu söylüyor. Op. Dr. Partalcı, kısırlık oluşturan faktörlerin ise; herhangi bir yaşta geçirilen iltihabi ve ateşli hastalık, hormonal bozukluklar, çevresel faktörler, kanser tedavisi için kullanılan ışın ve ilaçlar olduğunun altını çiziyor.

Başlıca Sorun Yumurtlama Bozuklukları

Op. Dr. Serhat Partalcı; kadın kısırlığının, erkeğe göre daha fazla sebebinin bilindiğini söylüyor. En sık görülen kısırlık nedeninin yumurtlama bozukluklarından kaynaklandığını belirten Op. Dr. Partalcı, şu bilgileri veriyor.

"tüplerin tıkalı olması yumurta ve spermin buluşmasını engelliyor. Cinsel yolla bulaşan enfeksiyonlar ve tüplerin fonksiyonel bozuklukları kısırlığa neden oluyor. Rahim içini döşeyen dokunun (Endometriyum) rahim dışında gelişmesi ve yumurtalıklara yerleşerek kist oluşturması gebeliği önlüyor. Rahim ağzının yetersizliği, doğumsal bozukluklar, yapışık olması ve tümörler hamileliğin önündeki en önemli etkenleri oluşturuyor."

Sebebi Psikoloji de Olabilir

Op. Dr. Serhat Partalcı; bütün bunların yanı sıra kadın ve erkek için her şey yolunda görünse bile günümüzde tıbbın olanakları ile henüz nedeni belirlenemeyen kısırlık olduğunu söylüyor. Nedeni açıklanamamış kısırlık olgularında rol oynayan etkenlerin psikolojik olabileceğini, özellikle stresin kadın üreme sistemi ve hormon dengesi üzerinde olumsuz etkiler yapabileceğini vurgulayan Op. Dr. Partalcı, evlenen çiftler bir yıl boyunca düzenli ilişkiye girmelerine rağmen doğal yolla çocuk sahibi olamıyorsa, mutlaka bir uzmana başvurmaları gerektiğini tavsiye ediyor.
back to top