24 Eylül 2010 Cuma

0

cümlelerim gidiyor

Cümlelerin batan güne karşı gidişlerini gördüğümde elbette aklıma Red Kit geldi. Çizgi romanlarında olsun ya da sonradan devşirilen çizgi filmlerinde olsun, bu aseksüel kovboy hep son sahnede atına binip, kocaman kızıl bi top halinde yarı beline kadar arza dalan güneşe döndü yüzünü. Çekip gitmesinde her zaman bi hüzün vardı, ve aynı zamanda komikti. Ama komik olan Red Kit miydi, sigarasının yerine ağzına konan dal mı.. yoksa sadece ve sadece Düldül mü komikti.. hayır hiç bilemedim, bilmeme de imkan yok.

Çünkü ben bi ara büyümüşüm. Cümlelerim gidiyor artık. Ve hiçbiri de komik falan değil. İşin rezil yanı: Hüzünlü bile değiller! Düğün sahibine ayıp olmasın diye iki kıvırmak için piste çıkan ama soldan hızla gelen halayla çarpışıp, aynı hızla kalabalığın içinde eriyip kaybolan hayat sefilleri gibiler. Açıkçası, benim cümlelerim: Sefil.. Bildiğiniz sefil.

Misal şöyle bi cümle kendi halinde takılıyor olsun: “Yaşamı olduğu gibi kabullenmekten acizim.” Hiçbir derdi yok bu cümlenin. Kayda değer bi özelliği de yok. Sıradan, bilindik ve halinden memnun bi cümle bu. Ama sonra bunun mekanına bi gün şöyle bi cümle damlıyor: “Ama beni yaşatan da bu aciziyet.”

Bizim halinden memnun cümle bi tedirgin oluyor, sanki buz gibi havada kapı ardına kadar açılmış, içeri hiç de güven telkin etmeyen bi hırt girmiş ve kapıyı da ardından kapamamış gibi. Bakınıyor böyle sağına soluna, sonra ses etmemeye karar veriyor. Diyor ki içinden: “Bi sus, bekle bakalım nolacak?” Ama nasıl canı sıkkın, nasıl aklı yumak.. Bi şey olacak hissediyor ama, hissikablelvuku yok bi numarası diye öteliyor belleğinin küflü köşelerine. Sinire kesmiş bi halde küflü bellek köşelerinde bekleyen bu hissiyattan bi daha da haber alınamıyor. Galiba ilk olarak o çekip gidiyor.

Yeni gelen cümle mekanda kim var kim yoksa alayına yan bakıyor, afra tafra yapıyor. Çünkü biliyor ki, kendisi olmasa ne öncesi ne de sonrası bi boka yaramayacak. Ön masaya bi bakıyor, aha işte sonraki ilk cümle sade kahvesini yudumluyor, hem de aceleyle yudumluyor, çünkü fal sırasını kaybetmek istemiyor. İki sonraki cümle fal faslında ekol olmuş, say ki Beyoğlu prensesliğinin baş falcısı Demet mübarek!

--- Mevzu karıştı, mola alıyorum: Şimdi bu ilk cümlenin mekanı meyhane olsun. Tahta masaları olsun, yırtık minderli tahta sandalyeleri olsun, ama minderler temiz pak olsun. Duvarlarda, meyhaneci ilk cümlenin yaptığı deniz manzaraları olsun. Hepsinde güneş batıyor olsun ve hepsi kan kırmızı olsun.. Meyhanede bi puslu pikap olsun, pikapta hep batan gün kana benziyor olsun. Sonradan gelen cümlenin sesi pek bi güzel, çok da içli olsun. Eşlik etsin en nemrut en gudubet haliyle batan güne.. Ondan sonra gelmesi gereken ama mekana daha önce gelip içip içlenen ve sonra bi sade kahve söyleyen cümle de, bildiğimiz salak olsun. Şöyle bi cümle olsun o da: “Ben aczimi yok edersem, sen ne yaparsın ey hayat?” Ve, fal bakan en son cümle de şu olsun misal: “Hiç!”---

“Ama beni yaşatan da bu aciziyet” diyor ki “Yaşamı olduğu gibi kabullenmekten acizim”e: “Çağır şu iki salağı!”


Meyhaneci cümle bakıyor ki durum vahim, adam gayet ciddi. Çağırıyor “Ben aczimi yok edersem, sen ne yaparsın ey hayat?” ile “Hiç!”i..

Sonra bizim delikanlı cümle naralanıyor böyle Kadir abimiz gibi: “Sıraya girin hüleyn!” diye.. Meyhaneci ilk cümle, duvarın dibinde çöp tenekesinin yanında tek ayağının üzerinde cezaya dikilen ilk mektep siyah önlük çocukları gibi sıranın başına geçiyor hemen. Sonraki cümle yanına yerleşiyor ama bakıyor ki orada pek bi anlamsız kalmış. Bi adım sağa kayıyor, arasına mesfe koyuyor ilk cümle ile. Anında son cümle bitiyor yamacında, nokta diye askılığın tepesine şapkasını takıyor. Ve bunların böyle cümlesinin karşısına bizim aslan asker şıvayk cümlesi geçiyor ve “bi bakın lan halinize!” diyor. “Bi bakın ve söyleyin şimdi, ben olmasam sizin ne mananız kalır?”

Meyhaneci başta ve “Hiç!” kıçta olmak üzere, hepiciği birden “hiçbi manamız kalmaz ki?” diyor. Bunu duyan havalı cümle: “Madem öyle, geleyim bari aranıza” diyor ve süt dökmüş kedileri kainattaki mevcudiyetlerini iki tek eşliğinde sorgulatacak bi döküntülükle sıranın boşluğuna yerleşiyor. Sonra bunlar birden gaipten ses duymuş gibi yüzlerini duvara dönüyorlar, duvarda bi deniz var, bir de batan gün. Önce meyhaneci gidiyor güne, peşinde diğerleri..

düşler, masallar ve diğerleri.

--- Mevzu bitti toparlaması: Cümlelerin batan güne karşı gidişlerini gördüğümde… puslu paslı iğnemi plağın yüreğine yüreğine sapladım. Batan gün,kan oldu. ---

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

back to top