17 Aralık 2011 Cumartesi

0

Bir erkeğe karşı duyulan ilk heyecan

Evet tamam tam bi sözlük başlığı gibi oldu ama neylersiniz ki tam olarak da öyle: Ekşi Sözlük'ten bir başlık kopyaladım buraya.. şimdi bu başlığa yazıdığımı da kopyalacam işte o zaman hakikaten tam olacak. Hatta başka bir iki yazımı daha aktaracam buraya.

 Ya aslında hem sözlük'ten hem de diğer blogumdan sevdiğim saydığım bazı yazıları burada böyle tek bir mekanda toplasam sanki daha iyi olacakmış gibi duruyor. Yani tabii daha önce de buna benzer bi şeyler yapmayı düşündüm ama tavsadı gitti her defasında. Tavsamadan önce aktardıklarım da dağınık nizam takılıyor ve lakin onlar için yapabileceğim bi şey yok, kalsınlar öyle. Evvet başlıyorum..


  Bir erkeğe karşı duyulan ilk heyecan
"...Avucumu yanağıma dayayıp biraz sağa döndüğümde, onu daha iyi görebiliyordum. Tam yanımdaki sıranın başında otururdu ve aramızdaki boşluktan öğretmenin geçmediği ne kadar an varsa benim gözlerim onun üzerinde dolanır dururdu.

Anlatılan ders, tahtaya yazılan onca yazı ve parmak kaldırmaya hiç niyetim olmadığı halde gelip beni bulan sorular dikkatimi dağıtmaya yetmezdi. Gönüllü bir uyduydum.

O, sınıfın bateri çalan tek çocuğuydu ve ben ona aşıktım.

 Benim gibi olmasa da, benim kadar ona aşık olan en yakın kız arkadaşımla ben, birlikte keşifler yaptık. Yaptığımız keşiflerin insanlık tarihi kadar eski olması çok sonraları farkına varacağımız bir ayrıntıydı. Rekabet, kıskançlık ve savaş!

 Yıl sonunda elimizde kalan, ikimize de yar olmayan bir sevgili, büyük bir dayanışma içinde uygulamaya konulan intihar planları, ilk gözyaşları ve yenilgi.

 Ama kayda değer bir şeyler öğrenmeye başlamıştık: Erkekler farklı bir türdü ve eğer izin verirsek, canımızı sıkma olasılıkları bulunuyordu. Ayrıca, belki dünyada uğruna ölünebilecek önemli bazı şeyler olabilirdi, ancak hiçbir koşul altında erkekler buna dahil değildi.

 Yine de onun elinden her nasılsa almayı başardığımız papatyaları kuruttuk, sakladık ve bakıp bakıp ağladık...


" Bilimkurgu seven yaşlı teyze
"...Dün akşam yine küçük torunu bana bıraktı anası babası. Yörünge tiyatrosu izlemeye gideceklermiş. "Ee nooldu dadı robotunuza?" dedim, "sen söyle" diye annesi ufaklığı öne sürdü. Torun da gözler yerde açıklama yaptı "bozdum ben onu" diye. Sonra babası oğlunu savundu: "Seninle kalmak istedi, robottan sıkılmış."

 "Neden sıkıldın evladım?" dedim,
 "eski hikayeler anlatamıyor ki" dedi.

 Meğer mesele, benim fırsat buldukça verdiğim "Asimov büyük adamdı, tee o zamanlar şu günümüzü görmüş" konulu vaazlarımmış. Çocuk Asimov'u bir tür peygamber sanmadan bi son vermem lazım bu işe, ama ben de kendime sahip olamıyorum ki be kardeşim. Hele o dadı robot aklıma geldiğinde iyice çeneme vuruyor rahmetli..."



  Burjuva sınıfı varlıklı ailelerinin sanata desteği
Daha öncesine bakacak olursak: Özellikle yağlıboya resim sanatının varlıklı ve soylu ailelerce desteklenmesinin nedeni, bu sanatın o insanlar için bir tür belge yaratmasıydı. Suretleri başta olmak üzere, saraylarını, mallarını mülklerini, topraklarını, hatta kazandıkları zaferleri ve hatta hayallerini kayıt altına görsel görsel aldırıp, tarihe "bu bendim, bunlar da benimdir!" demenin en asil yolu, sanatı desteklemekten geçiyordu. (Kiliseye bağlılıklarını da aynı yoldan sunanlar çıkmıştır illa ki.)

 Sanat bi dönem canla başla desteklendiyse bunun en şükela nedeni, o sanatın “anı kayıt altına alma” işlevidir. Geleceğe belge bırakma, iz bırakma işlevidir. Sanatçı denilen zat, desteğini aldığı zevatın portrelerini yapmaktan ya da malını mülkünü resmetmekten başını kaldırıp sanatını kafasına göre icra etseydi, destek yerine manzaralı bir köşe başı görürdü muhtemelen.

 (Aynı dönemlerde bizim memlekette bu türden bir destek girişiminin esamisi bile okunmuyordu. Çünkü zaten, suret kaydı esasına dayanan sanat yasak idi, zinhar günah idi. Sanat da zaten sanat değil, zanaat idi.)

 Varlıklı ailelerin sanata desteği, sanatın da onları (varlıklarını, yaşamlarını, kafa yapılarını, inançlarını, sistemlerini ve en önemlisi, geleceğe iz bırakma faslında) desteklediği sürece canı gönülden sürdü. Bir zorunluluk olarak sürdü. Sonra icatlar vasıtasıyla mertlik bozuldu, sanatın kayıt işlevi hattan düştü. Sanatçının elinde "sanatı" kaldı, destek faaliyeti tavsadı, keyfe kaldı. Alışkanlıklara ve birikimlere kaldı.

Alışkanlıkları ve birikimleri artı değer olarak yüklenip yeni ufuklara açılan burjuvaların bir kısmı da, biraz soylulara özenmekten (ve soylulaşmak istemekten) biraz da 'hanimiş bu malın mülkün sosyal sorumluluk şeysi’nden hareketle, sanat ve sanatçının dostu olmaya devam ettiler. (Gökten düşen üç elmadan biri bunların.)

 Bizim memlekette zaten böyle bir alışkanlık ve birikim olmadığçün, sanat hava, sanatçı da civa olarak "yapma demiyorum, hobi olarak yine yap" desteğiyle mutlu mesut yaşadı. (Memleket zenginlerinin ‘batı’da nasıl? biz de öyle yapak’ tarzı, bu türden destek faaliyetlerine de imkan tanıyor. Hiç yoktan hallicedir en azından.)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

back to top