Andromeda tarafından Samanyolu'na girince sağ koldan devam ediyorsun üçüncü karadelikten dönünce hemen karşına bir beyaz cüce çıkıyor. Gidip yanına halini hatrını soruyorsun, bi ihtiyacı var mı keyfi yerinde mi falan öğreniyorsun. Değilse, gönlünü alıyorsun sohbet muhabbet ediyorsun. Sıkılmak vaz caymak yok.. yoksa Zirkonya hakkında hiçbir şey öğrenmeden geri döner gelirsin.
"Zirkonya benim umurumda değil! Unuttum ben onu çoktan" diyecek sana, sakın kale alma. Kolay değil elbette onun hakkında konuşması. Eğer bildiklerimiz doğruysa, Zirkonya bu cücenin tek gezegeniymiş. Cüce olmadan önce tabii. Bütün galaksi irili ufaklı birçok gezegeni etrafında fıldır fıldır döndüren yıldızlarla doluyken, bu sessiz sakin yıldızın tek bir gezegeni varmış. Kocaman mükemmel bir su gezegeni: Zirkonya!
Gezegen kadar bir okyanustan ve adalardan ibaret bir masal dünyası. Ayrıca, yıldızıyla aralarındaki uyum da takdire şayan. Ne sıcak ne soğuk, sıcağa yakın ılıman mesafesinde bir gezegenmiş Zirkonya. Üstünde herkes varmış, herkes Zirkonya'da yaşarmış.
Sonra bir gün gelmiş yıldız yaşlanmış. Ölüp gitmesi gerekirmiş ama o ölememiş. Arada bi yerde takılmış kalmış. Zirkonya ölmüş onun yerine. Gözünün önünde döne döne ölmüş. Üstündeki içindeki her şey ölmüş. Koskocaman bir mezar taşı gibi dönüp durmuş Zirkonya. ceza gibi, bedel gibi, halı altına süprülen bütün keşkeler gibi dönmüş durmuş.
Geriye sadece efsaneler kalmış.
Varlığın ve yokluğun sırrı Zirkonya'daymış.
Zirkonya'dan kurtulanlar varmış.
Şimdi sen git aklını çel, ikna et gir kafasına şu yıldızın. Al bak bu rakı, bırak susuz içsin. Bu da son çaren, Orhan baba. Sessiz dinlesin. Dökülür sana, illa ki dökülür. Öğren gel, Zirkonya kime güvenmiş? Kurtulanlar neredeymiş?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder