8 Mart 2013 Cuma

0

Vasiyet, en az üç çocukmuş.. Peki ama ne hakla?


"Benim de vasiyetim en az 3 çocuk. Dün maşallah Ankara'daki toplantıda arkadan bir bayan ‘en az 5’ dedi. Siirt’te de zaten en az 5’den kurtarmaz. Bak maşallah 5’ler kalktı..."

Başbakan vasiyet etmiş Siirt'te: En az üç çocuk!

Kadınlara verdiği değeri "bizim medeniyetimiz" diye anlattığı İslam medeniyetine atıflarda bulunarak açıklayan Başbakan, başarılı kadınlardan bir iki örnek vererek, mevzuyu geriye kalan milyonlarca kadından beklentisine kilitlemiş.

Bir kez daha sakin sakin düşünmek ve tane tane anlatmak istiyorum aklımdan geçenleri..

Başbakan üzerine basa basan "en az" diyor. En az üç çocuk. Aslında gönlünden geçen, beş. Bunu satır aralarından, satırın kendisinden, inşallahtan maşallahtan anlıyoruz. Anlaşılmayan bence şu: Bir kadın beş çocuk doğurmak için hayatının toplam kaç yılını hamile olarak ve çocuk bakarak geçirecek?

Önümüzde iki örnek kadın olsun: Çalışan ve çalışmayan.

Çalışan kadının beş çocuk doğurup iş hayatını sürdürmesi olacak şey değil. Bir çocuk doğuran kadın bile bunu gayet net bilir. İş hayatı durup kadını beklemiyor. Beklese bile yasal sınırlar dahilinde birkaç ay bekliyor.. ve birkaç yıl arayla beş çocuk yapan bir kadını da öyle pek de beklemeye değer bulmuyor.

Diyelim ki bu kadının işi kendisini bekliyor, ya da serbest meslek sahibi bir kadından söz ediyoruz, kendi işinin patronu vs.. bu durumda kadının doğurduğu çocuklara kim bakacak? Aile büyükleri mi? Bakıcılar mı, dadılar mı, kreşler mi.. kim? Bu bakımın maliyetini nasıl karşılayacak beş çocuklu bir aile?

Kadın çalışmayacak, ben bundan eminim. Kendisinden beş çocuk beklenen bir kadının işi zaten belli olmuştur. Onun işi: Çocuk doğurmak.

Çalışmayan kadın için de aynı şey geçerli. İyimser bir hesepla yirmili yaşlarının başında doğurmaya başlasa ve misal ölmez sağ kalırsa üç yıl arayla beş çocuk yapsa.. kırkına merdiven dayamışken bir ihtimal hayata merhaba deme fırsatı bulur.

Kadınları eve kapatmanın kaba taslak hesabıdır bu. Buyurun siz de hesaplayın, toplayın çıkarın yılları. Bir kadından beş çocuk istemenin, o kadından hayatını istemek olduğunu görün.

Başbakan Siirt konuşmasıyla yere göğe sığdıramadığı kadınlardan hayatlarını istiyor.

Kutsal annelik mertebesini önlerine ödül diye koyarak istiyor. Ödülünüz cennetir diyerek istiyor. Çünkü onun kendisini ait hissettiği medeniyetinde cennet annelerin ayaklarının altında olarak müjdelenmiş.

Kadın huzurlu olursa toplum da huzurlu olur demiş bir de. Güzel söz söylemiş. Söz güzel ama beşer çocuk ipoteği konulan yaşamların huzur bulması pek mümkün değil. O çocuklara kim bakacak, nasıl büyüyecekler, nasıl okuyacaklar, ne yiyecekler ne giyinecekler.. bakabilecek miyiz, gelecekleri ne olacak vs vs.. beş çocuğun her biri için bunları düşünen bir annenin huzur bulması pek değil, hiç mümkün değil.

Bakın bu çocukların babalarından hiç söz etmiyorum. O çocuklar sadece kadınlardan istenmiyor, erkekler de bu (hem de vasiyet haline gelmiş) isteğin kapsama alanında. Ancak şimdi mevzu onlar değil. Mevzu, kendilerine "en az" üç ama mümkünse beş çocuk vasiyetinde bulunulan kadınlar.

Çalışmayan, eve kapatılmış, erkeğe bağımlı hale getirilmiş kadınlar. Çocuk doğurup bakmaktan kendine dakika zaman ayıramayan, vaktinden önce çöken, hayattan kopuk kadınlar.

Bu toplumun yarısı. Kapatılmış, kıstırılmış, kuşatılmış..

Haydi her şeyi bir yana bırakalım ve şimdi annemizi babamızı düşünelim biraz. Hangimiz şöyle bir vasiyeti kabul eder: "Sana vasiyet ediyorum evladım, en az üç çocuk doğur!"

Anne babadan gelse, reddi miras edilecek bir istektir bu. Olacak şey değildir. Ancak bu ülkenin Başbakanı bunu milyonlarca kadından isteyebilmektedir.

Bu mümkün değil. Aklın alabileceği bir şey de değil. Kimin hayatını kimden istiyorsunuz? Kimin hayatına el koyuyorsunuz?

Ne için? Ne hakla?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

back to top