2 Ocak 2013 Çarşamba
0
Şeker Portakalı'nı okuyup ağlayan bi çocuktum. Hüzünle birlikte yer etmiş hafızamda.. ama artık nasıl bi yer etmişse, tıpkı Küçük Prens gibi, ya da Pal Sokağı Çocukları gibi, hiç unutulmamış. Yeri sağlam, izi sağlam.
Bir de çocukken duyup çok büyük büyük anlamlar yüklediğim bir söz vardı: "Haddini bilmek" diye. Had, hudut.. sınır. Sınır boyu, kırmızı çizgiler, sırayla gözümde canlanır ve ben haddini bilmek dendiğinde, kalın kırmızı kesintisiz çizgilerin bir yanından diğerine bakarken bulurdum kendimi.
Şimdi elimde Şeker Portakalı ile haddini bilmek var. Kafamın içindeki arşivde bunlar birbirini aradı buldu, yanyana geldiler, el ele tutuştular.
Çünkü bir veli çıkmış bu memlekette ve Şeker Portakalı'nı şikayet etmiş yetkili mercilere. Yetkili merciler de soruşturma açmış kitabı okutan öğretmene. Veli demiş ki: Bu kitap Türk örf ve adetlerine aykırıdır. Okumuş, anlamış, (belli ki hiç ağlamamış) ve şikayet etmiş. Adetine örfüne aykırı bulmuş. Bu kadar büyük büyük konuşmuş.
Haddini bilmemiş. Bilememiş. Peki soruşturma açanlar? Onlar, hiç bilememiş.
İşte bundan yanyana gelmiş benim kafada bunlar. Yahu bu nasıl bir sınır ihlalidir? Bu nasıl bir cesarettir?
Diğer yandan, edebiyat öğretmenlerinden oluşan bir komisyon Faraler ve İnsanlar'ı inceliyor ve bazı yerlerini sakıncalı buluyor. Sansür istiyor. Benim de yemin ederim sinirden kaşım gözüm oynuyor. Nasıl yahu nasıl? Şu insanlık aleminin sevap hanesine yazılacak birkaç iyi şey varsa, onlardan biri de bu klasikler. Bak yıllarca insan evladı okudu bunları, yaşadı okurken belki. Kendini gördü, insanı gördü, hayatı ölümü iyiyi kötüyü, hatta belki boşluğu, saçmalığı ve varlığı yokluğu gördü.
Peki sen ne gördün de "sakıncalı" buldun? Eh işte ben de seni sakıncalı ilan ediyorum? Evet, bence asıl sen ve senin kafangiller fena halde sakıncalı. Uzak durun çocuklardan. Uzak durun Zeze'den.
Uzak durun Zeze'den
Şeker Portakalı'nı okuyup ağlayan bi çocuktum. Hüzünle birlikte yer etmiş hafızamda.. ama artık nasıl bi yer etmişse, tıpkı Küçük Prens gibi, ya da Pal Sokağı Çocukları gibi, hiç unutulmamış. Yeri sağlam, izi sağlam.
Bir de çocukken duyup çok büyük büyük anlamlar yüklediğim bir söz vardı: "Haddini bilmek" diye. Had, hudut.. sınır. Sınır boyu, kırmızı çizgiler, sırayla gözümde canlanır ve ben haddini bilmek dendiğinde, kalın kırmızı kesintisiz çizgilerin bir yanından diğerine bakarken bulurdum kendimi.
Şimdi elimde Şeker Portakalı ile haddini bilmek var. Kafamın içindeki arşivde bunlar birbirini aradı buldu, yanyana geldiler, el ele tutuştular.
Çünkü bir veli çıkmış bu memlekette ve Şeker Portakalı'nı şikayet etmiş yetkili mercilere. Yetkili merciler de soruşturma açmış kitabı okutan öğretmene. Veli demiş ki: Bu kitap Türk örf ve adetlerine aykırıdır. Okumuş, anlamış, (belli ki hiç ağlamamış) ve şikayet etmiş. Adetine örfüne aykırı bulmuş. Bu kadar büyük büyük konuşmuş.
Haddini bilmemiş. Bilememiş. Peki soruşturma açanlar? Onlar, hiç bilememiş.
İşte bundan yanyana gelmiş benim kafada bunlar. Yahu bu nasıl bir sınır ihlalidir? Bu nasıl bir cesarettir?
Diğer yandan, edebiyat öğretmenlerinden oluşan bir komisyon Faraler ve İnsanlar'ı inceliyor ve bazı yerlerini sakıncalı buluyor. Sansür istiyor. Benim de yemin ederim sinirden kaşım gözüm oynuyor. Nasıl yahu nasıl? Şu insanlık aleminin sevap hanesine yazılacak birkaç iyi şey varsa, onlardan biri de bu klasikler. Bak yıllarca insan evladı okudu bunları, yaşadı okurken belki. Kendini gördü, insanı gördü, hayatı ölümü iyiyi kötüyü, hatta belki boşluğu, saçmalığı ve varlığı yokluğu gördü.
Peki sen ne gördün de "sakıncalı" buldun? Eh işte ben de seni sakıncalı ilan ediyorum? Evet, bence asıl sen ve senin kafangiller fena halde sakıncalı. Uzak durun çocuklardan. Uzak durun Zeze'den.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder